Montag, 22. Dezember 2014

Blog Blogger İçin Midir Halk İçin Mi?

Öncelikle bu satırların yazarının Blog aleminde henüz çok yeni olduğunu söyleyerek başlamakta fayda var. Belki sizin de onlardan biri olduğunuz, her gün hemen hemen her yerde karşınıza çıkan tecrübeli “blogger” lardan değilim. Henüz birkaç ay önce açtığım, vakit buldukça ve elimden geldiğince özgün içeriklerle beslemeye çalıştığım liveaplus.com da, şu anda okuduğunuz Bloghocam veya benzeri uzun soluklu ve kaliteli bloglardan biri değil. İşin çok başındayım, acemisiyim anlayacağınız.

 

Bir işin acemisi olmak, üzerinde taşıdığı bir çok dezavantajın yanında çok da önemli bir avantaja sahip olmak demektir. Bir alemin içinde “acemi” olarak bulunurken, henüz o alemin bir parçası olmadığınız için aynı anda da dışarıdan nasıl göründüğünü bilirsiniz. Bu sayede objektif olabilir, henüz kazanmadığınız tecrübeden dolayı işinizi, o işi yapmayanların gözüyle görebilirsiniz.


Ben de blog yazmaya çalıştığım bu kısa zaman içerisinde gördüklerimi, bu yolculukta şu ana kadar yaşadıklarımı, hala işin acemisi olmanın avantajını kaybetmeden kelimelere dökmek istedim ve bunu da siz Bloghocam takipçileriyle paylaşmanın güzel olacağını düşündüm. Teknik konularda ahkam kesmek henüz haddime değil. Bu yazıda daha farklı sularda gezineceğiz.


Blog yazmak ve blog sayfası/sitesi yönetmek konularında çok fazla bilgi eksikliğim var. Bu yüzden bu konuda bulduğum her yazıyı, kaynağı okumaya çalışıyorum. Bloghocam da düzeyli ve doyurucu içeriği ile en sık başvurduğum kaynaklardan biri.


Okuduğum bu yazılardan gerçekten çok fazla ve değerli bilgiler edindim. Olumlu ve olumsuz anlamda değerli bilgiler.

 

blog


Gördüm ki herkesin blog yazmak için farklı sebepleri var. Takip ettiğim bunca yazıdaki tavsiyeler içinde bu konuda bahsedilen en yaygın sebep para ya da benzeri maddi çıkarlar kazanmak. Görünen o ki günümüz dünyasının en büyük trend ve aynı zamanda yanılgılarından biri olan “kısa sürede kazanmak” beklentisi aynı zamanda blog yazmaya karar vermekteki en büyük sebeplerden biri. Sosyal medyayı, gündemi ve günceli takip eden ortalama bir okur kısa süre içerisinde popülerleşen, meşhur olan, reklamlarda, filmlerde, dizilerde oynamaya başlayan, kitaplar yazan, çok satan gazetelerde köşe sahibi olan blogger’ları gördükçe bu işin kolay yoldan para ve ün kazanmak için geçerli bir yol olduğu fikrine kapılabiliyor. Tahmin ediyorum ki şöyle başlıyor olay: “Abi çevrem geniş, arkadaşlarım, arkadaşlarına yaysa, onlar kendi arkadaşlarına yaysa sonrası çorap söküğü gibi gelir. Kalemim zaten çok sağlam. Kısa sürede sayfaya reklam alırım. Sonra bir gazetede haber olsam, -ki bunu sağlayacak arkadaşlarım da var- oldu bitti. Ne kadar kolay değil mi? Mısır patlatmak gibi. Birkaç mısır tanesi patlayana kadar biraz beklersin. Sonrası patır patır kendiliğinden gelir.


Bu fikre nereden mi kapıldım? Şu ana kadar sayfamı nasıl geliştirebileceğimi öğrenmek için yaptığım araştırmalar sırasında en çok rastladığım makale konuları şöyle:

 

- Nasıl kolay yoldan reklam alınır?

- Nasıl kolay yoldan takipçi arttırılır?

- Nasıl kolay yoldan para kazanılır?

- Blog yazarak kolay yoldan para niçin kazanılmaz?

- Blog yazarak parak kazanmak için neler yapmak gerekir?

 

vb, vb.

 

İşin ilginç tarafı, itibar edilebilecek ve gerçekçi yanıtların büyük bölümünde yukarıdaki sorulara verilen tek cevap aşağı yukarı aynı: Sabır, sabır, sabır.

Genellikle şöyle başlıyor tüm yazılar: Blog yazarak kısa yoldan para kazanmak mümkün değildir.


Bu görüşe ben de katılıyorum. Göz önündeki başarılı örneklerin bir çoğu bu işin henüz yeni olduğu dönemlerde başlayıp yıllarca emek harcamış, bloglarını, kendilerinde var olan cevheri geniş kitlelere ulaştırmak için yeni bir mecra olarak başarı ile kullanmış ve henüz bu alanda çok fazla oyuncu olmadığı dönemde diğer sıradan örneklerin arasından kolaylıkla sıyrılmışlardan oluşuyor. Yani, sahada oyuncu azken kalitelileri kolaylıkla parlayarak diğerlerinden ayrılabiliyorlardı. Ancak şu anda durum böyle değil. Çok fazla blogger ve çok fazla blog var. Ve bu karmaşada diğerlerinden farklılaşmak artık o kadar da kolay olmasa gerek.

 

Bu durum sadece blog yazmak ile ilgili bir durum da değil zaten. Tüketim dünyasında yaşıyoruz ve birşeyleri tüketmek artık günün bir gereği. 90’ların sonu ve 2000’lerin başındaki “dot-com bubble” da benzer bir dönemin farklı biçimde yaşanmasından başka birşey değildi. Bir anda popülerleşen bir mecra, barındırdığı kanallar hızla artarken, yerini dolduran başka bir rakip mecranın ortaya çıkması ile popülerliğini aynı hızla yitirebiliyor.


Bu yüzdendir ki blog yazarken kalıcı olabilmek için en önemli gereksinim “Sabır”. Bir yandan sabrederek hızlı bir başarı beklememek gerekirken, diğer yandan da içeriğin önemini göz ardı etmeden üretmek gerekiyor. Yine okuduğum makalelerden gördüğüm kadarıyla, Bloglar ile ilgili bir yazı hazırlıyorsanız, mutlaka kullanmak gereken bir söylem daha var:  “content is king” yani “içerik kraldır” (böylece biz de bu yazımızda bu vecibeyi yerine getirmiş olduk).  Bu tam bir klişe. Ancak aynı oranda da gerçekçi bir söylem. Ormandaki en sağlıklı, en gürbüz, en parlak yapraklı ağaçlardan olmak lazım ki kuraklık geldiğinde ya da fırtına çıktığında ayakta kalabilesiniz. Bu yüzden yılmadan, usanmadan özgün içerik üretmek ve üretmeye devam etmek şart.

 
Sabır ve içerik, uzun zamandır bu işi yapanların süzgecinden geçerek yeni başlayanlara ilettikleri en değerli ve ortak iki tavsiye. Peki yeni bir blogger’ı bu işe iten yegane motivasyon para kazanmak ya da ünlü olmak mıdır? Bence değil. En azından benim için değil.

 
Beni bu zor ve uzun yolculuğa sürükleyen şey “kazanmak için üretmek” değil, "ürettiğim için paylaşmak” isteği oldu.

 
Çok uzun soluklu ve başarılı örnekler olmamasına rağmen bir süre amatörce öykü yazdım. “Yazmak” eylemi keyif verdikçe kafamdaki düşünceleri, öğrendiklerimi, beğendiklerimi yazıya dökme isteği beni içten içe kemirmeye başladı. Bunların kalıcı olabilmesi için “blog” iyi bir alternatif olarak göründü ve başladım. Başlangıçta “kendim için yazıyorum, okunmasam da olur” şeklinde düşünsem de, bloga yazı ekledikçe, okunuyor olmanın, yazmak kadar değerli olduğunu gördüm.


Sayfam şu anda çok kısıtlı bir kitleye hitap ediyor. Ancak birinci ve ikinci kuralı unutmuyorum. İçeriğim yeterince iyi ise zamanla daha çok okunacağını düşünüyorum. Bunu zaman gösterecek. Şu anda bana düşen, özel hayatımda bir yolunu bulup fırsatlar yaratarak kaliteli, en azından benim okuduğumda keyif alacağım içeriklerle sayfamı beslemek ve sonrasında beklemek.


Blogumu yayına aldığımdan beri geçen kısa süre içerisinde  beklediğim kadar olmasa da yakın çevremden bazı eleştiriler de aldım. En sık karşılaştığım eleştiri “yazıların çok uzun” şeklinde oldu. Doğrudur, uzun yazılar yazdım. Ancak, blogun orada olma sebebi “yazma isteği” olduğu için bu kaçınılmaz. Yazılarım uzun çünkü yazmak istiyorum. Bu kadar basit. Ancak uzun yazılar, yazanın taşıdığı motivasyonu okuyana aktaramıyor. Yukarıda da bahsettik, zaman tüketim zamanı. Zaman hız zamanı. Okuyucu da daha kısa sürede daha çok şey okumak istiyor. Bu yüzden “uzun yazı” çok da çekici gelmiyor. Buna bir orta yol bulmak gerektiğini görüyorum. (yılma okuyucu… evet bu yazı da gittikçe uzuyor biliyorum, ama lütfen yılma. buraya kadar geldiysen kalanını da okuyabilirsin, haydi gayret)

Araştırmalarımda gözlemlediğim bir başka tavsiye, bir blog içinde yer alan yazıların yelpazesini fazla geniş tutmamak gerektiği yönünde. Her konuda yazmak, her konuyu biliyor gibi görünmek olarak algılanabilirmiş. Bu da okuyucunun gözünde “samimiyetsiz” bir algı yaratmasına sebep olabilirmiş. Bir nevi hıncaluluçvari bir şekilde her konuda ahkam kesmemek gerekirmiş.

 
Saygı duyarım, ancak tam katılmıyorum. Yazılarımın amacı, ilgi alanıma giren konuları başkaları ile paylaşmak. Bu paylaşımların uzun vadeli olması için de mümkün olduğunca güncelden uzak kalarak, kalıcı ve “zamansız" yazılar olması, 5 yıl, 10 yıl sonra bile okunsa aynı tazeliği koruyor olabilmesi için gayret gösteriyorum. Bu amaçla öncelikle bildiklerimi yazarak başladım. Ancak, ilgi alanıma giren konular, bilmediğim bir çok detay da içeriyor. Bu sebeple araştırıyor, öğreniyorum. Yani yazmayı bir bakışla yeni bilgilere ulaşmak, yeni şeyler öğrenmek için bir araç olarak kullanıyorum. Ve burada herhangi bir samimiyetsizlik olduğuna inanmıyorum.

 

Samimiyet demişken, çevremden gelen bir başka eleştiriden de bahsederek yavaş yavaş yazıyı bağlayalım. Her yiğidin yoğurdu farklı yemesinde olduğu gibi, her blogger’ın tarzı farklı. Her blogun da rengi farklı. Görebildiğim kadarıyla çok samimi, okuyucusuyla çok içli dışlı, mizah tonunu oldukça üst seviyede tutarak yazan bloggerlar da var, TV’de bir siyasi programa konuşmacı olarak çıkmışçasına resmi yazanlar da. Hepsine saygım sonsuz. Tarz, tarzdır. Ancak, yazdığım yazılarda kullandığım dile dikkat etmeye çalışıyorum. Türkçe bilgim ortaöğrenimim sırasında öğrendiklerimden aklımda kalanlar kadar. Bazı hatalar yapıyorum ki bu çok normal. Elimden geldiğince bunu azaltmaya çalışıyorum. Ancak yazarken kullanılan dilin, okuyucuya olan saygı seviyesini bozmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani, günlük dil kullanmak, okuyucu ile samimi olmak adına Türkçe’nin temel kurallarının bile yok sayılarak yazılmasını doğru bulmuyorum. Samimiyet adına Türkçe’yi bozmak yanlış bence.


Son olarak madalyonun bir de diğer tarafına göz atmak istiyorum. Olaya tam ters yönden bakarsak, okuyucunun da bazı sorumlulukları mevcut. Bu yolda tecrübe kazanmaya çalışan tüm blogger’ların mutlaka bir geri bildirime ihtiyaçları vardır. Okuyucu, takip ettiği bloglar ve okuduğu yazılar hakkında samimi (bu “samimiyet" yine çıktı karşımıza), objektif ve mümkün olduğu kadar detaylı yorumlarını direk olarak yazara iletmelidir. Bu sayede yazarın hem hatalarını hem de okuyucu beklentilerini anlaması ve kendisini geliştirmesinin mümkün olacağı gerçeği akılda tutulmalıdır.

 
Yazının başlığına geri dönerek bitirmek gerekirse, blog yazmak blogger’ın hem kendisine hem de okuyucusuna bir borç ödemesi olarak algılanmalıdır. Blogger hem kendi yazma isteğine hem de okuyucunun okuma arzusuna karşı sorumluluk taşımalıdır. Yani blog hem blogger içindir hem de halk için.

 

Yazar hakkında: Altuğ Tatlı; 43 yaşında, evli ve iki kız çocuk babasıyım. Bir otomotiv firmasında Bilgi İşlem Yöneticisi olarak çalışıyorum. 2014 Temmuz’unda liveaplus.com ‘u yayına açtım ve işlerimden fırsat buldukça burada hayata dair yazılar yazmaya çalışıyorum.www.facebook.com/liveaplus

Samstag, 20. Dezember 2014

Gül Kremalı Fıstıklı Kurabiyeler




Bir ara güllü tariflere sardım, sonra o kadar yedim ve yaptım ki bir süre gül tadı almak istemedim ama neyse ki geçti. 

Gül ve fıstığı çok yakıştırdığım için bu kurabiyeleri de bi denedim, sonuç gayet güzel olunca yapalı çok olmasına rağmen ancak yayınlayabiliyorum. Kurabiyeler için daha önce çokça yaptığım ve zaten blogda detaylı tarifi olan fıstıklı kurabiyelerden yaptım. Ayrıntılı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz, ben yine tarifi tekrar yazacağım. 

Güllü krema için de butter cream yapıp gül suyu ile incelttim. biraz da gıda boyası ekledim ki pembe olsunlar. Aslında daha açık pembeydi amacım ama boyası biraz çok kaçtı bu renk oldular, ben de yeniden yapmadım kaldı öyle. 

Gül aromasını/tadını seviyorsanız mutlaka öneriyorum bu kurabiyeleri. Hem görüntüleri hem de tatları harika. 



Gül Kremalı Fıstıklı Kurabiyeler

Malzemeler
:

(Yaklaşık 24 adet kurabiye için)

2.5 su bardağı un (un daha fazla gerekebilir)
1-1.5 çay bardağı toz fıstık (isterseniz yarı yarıya kavrulmuş fıstık da kullanabilirsiniz)
125gr yumuşak tereyağ
2 yemek kaşığı tereyağ (unu kavurmak için)
1.5 çay bardağı pudra şekeri (şekeri az gelirse artırabilirsiniz)
1 yumurta beyazı
1 yemek kaşığı yoğurt
1 çay kaşığı kabartma tozu
1 tutam tuz


1.5 su bardağı unu tavada 2 yemek kaşığı yağ ile kavurun. Ilımaya bırakın.

Ayrı bir kapta 125 gr tereyağı, tuz ve  pudra şekerini krema haline gelene dek çırpın. (veya yağ şekeri yiyene kadar yoğurun) İçine 1 bardak kavrulmamış unu, fıstığı ve kabartma tozunu ekleyin ve karıştırın. Daha Sonra kavurduğunuz  ve ılıttığınız unu,  yoğurdu, yumurta beyazını ekleyip iyice yoğurun. (Unu az gelirse normal un ekleyebilrisiniz) Hamuru 2 ye ayırıp silindir biçiminde şekil verin ve dolapta yarım saat kadar dinlendirin. Dolaptan aldığınız hamur silindirlerini bıçakla 1 cm kalınlığında kesin ve yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizip 170C önceden ısıtılmış fırında altı ve üstü hafif kızarana kadar yaklaşık 10-12 dakika pişirin.
daha detaylı anlatımı için tıklayabilirsiniz: fıstıklı kurabiye detaylı anlatım.

Güllü Krema

125 gr yumuşak tuzsuz tereyağ
4-5 yemek kaşığı pudra şekeri (kıvamına göre azaltıp artırbilirsiniz)
3-4 yemek kaşığı gül suyu
renklendirmek için pembe veya çok az miktarda kırmızı gıda boyası

Tereyağını 15-20 saniye kadar orta devirde kremamsı olana dek çırpın ve gülsuyu, pudra şekeri ve gıda boyasını ekleyin. 20-30 saniye kadar daha pürüzsüz olana kadar tekrar çırpın. 


Kurabiyeleri güllü krema ile kaplayın ve çekilmiş fıstık ile süsleyin. 

Freitag, 19. Dezember 2014

Lass uns durchbrennen!





Oder was ihr sonst so Schönes macht an diesem 4. Adventwochenende. :-)
Neulich  habe ich im Vorbeilaufen zufällig diese besonderen Kerzen entdeckt und da es manchmal gar nicht mehr Worte bedarf, musste eine davon gleich mit.

Daher nur ein kurzer Gruß und ein schönes Wochenende für Euch!
Alles Liebe,
Rebecca












Donnerstag, 18. Dezember 2014

Cigaratte Rolls (Sigara Böreği)



Sigara böreği takes its name from the shape of cigarettes. Although I truly loathe cigarettes, I love cigarette rolled boreks! Addictive is the right word to describe these little rolls. In Turkey, they are usually served as appetizers, for breakfast and as an afternoon snack with a hot Turkish tea. I have tried making these numerous times using whole fat Turkish white cheese and each time the cheese would leak during frying and ruin their appearance and taste. I have tried rolling them differently, adding an egg white to keep the cheese together but it kept leaking. Then I realized I was using cheese with whole fat which was causing the leaking. Since I couldn’t find low fat Turkish white cheese, I used low fat feta and for the first time I prepared rolls that did have leaked cheese during frying. They were so good to look at I was hesitant to eat them (no, not really) J I do not normally purchase anything low fat or diet so I had to make an exception for this. They tasted incredibly good but I know that they taste even better with whole fat white cheese.


You may substitute the filling with other types of cheeses, minced meat, chicken, potatoes or even spinach. Enjoy hot right after you fry them. They will be so crispy and delicious!


2 cups crumbled low fat white cheese (or feta)
1 cup finely chopped fresh parsley
1 package triangle pastry leaves (about 20 leaves)

4 cups sunflower or canola oil

Place the white cheese in a bowl and add the parsley. Mix well.


Place one triangle pastry leaf on the counter and brush the edges with water. 


Add a table spoon of cheese in the wide section of the triangle pastry leaf. 


Fold from both sides and start rolling. 


Dip hands in water when sealing. 


Repeat the same process until all the triangle leaves are used up.


Heat up the oil. Add a few of the rolls and start frying. 


It should take only a few minutes. As soon as the rolls start taking a golden color remove and drain on paper towel. It is better to fry as little as possible; that way they will fry faster. 

Note: If you cannot find triangle shaped pastry leaves available in Turkish or Middle Eastern stores (ucgen yufka) and able to find regular Turkish yufka, you could cut the large round piece of yufka into eight triangles. If you cannot find yufka, you may substitute regular (thinner) phyllo dough for it.

Selbstgemachte Köstlichkeiten: Lebkuchen Sirup





Heute möchte ich ein wunderbar schnelles und einfaches Rezept für Lebkuchensiurp mit euch teilen. Kennt ihr nicht? Dann müsst ihr das unbedingt nachholen, denn Lebkuchensirup verfeinert nicht nur im Handumdrehen jeden Milchkaffee oder Tee, sondern schmeckt auch genauso köstlich im Kakao. Außerdem hab ich mir sagen lassen, passt er wunderbar in weihnachtliche Desserts, Saucen und Kuchen und obendrauf ist es noch eine richtig süße Geschenkidee für alle, die noch nach einer Kleinigkeit suchen.


 Geschenk aus meiner Küche...




Das ist drin:
500ml Wasser
einige Spritzer Zitrone
300g Zucker
Vanille Extrakt
Nelken
6 Tl Lebkuchengewürz
Zimtstange
frischer Ingwer

So wird´s gemacht:
Die vorgesehenen Flaschen und den dazugehörigen Verschluß sprudelnd auskochen und auf einem sauberen Tuch trocknen lassen.

Anschließend den Zucker und die Zitrone mit dem Wasser verrühren und auf dem Herd unter Rühren zum Kochen bringen. Gut 5 Minuten weiterkochen lassen, bis das Zuckerwasser sirupartig eingekocht ist.

Nun vom Herd ziehen, die Gewürze einrühren und nochmal ein paar Minuten ziehen lassen und im Anschluß mit einem Mulltuch filtern und in die sauberen Flaschen füllen.
Das Filtern erübrigt sich, wenn man einen Teefilterbeutel zur Hand hat, worin man die Gewürze einwickelt, den Beutel verknotet und für mind. 15 Min. in das Zuckerwasser zum Ziehen legt.

Erkalten lassen und kühl lagern! Verschenken oder selbst genießen. :-)











Viel Freude beim Verschenken,
Rebecca






Dienstag, 16. Dezember 2014

Sürülebilir Ton Balığı ve Avokado ile Ekmek Üstü

Sabah sabah canım ton balığı çekince böyle bir şey yaptım. Evdekiler sevince sizlerle de paylaşmak istedim.

Tabi ki amacım burda ton balığı ezmesinin tarifini vermek ama benim yaptığım gibi ekmek üstüler hazırlamak isterseniz kullandığım malzemeleri ve asıl yaptığımı da yazacağım.


Ton Balığı ezmesinin olmazsa olmazı mayonez. Mayonez sayesinde sürülebilir güzel bir kıvam kazanıyor. Her markanın light mayonezi var mı bilmiyorum, ben light mayonezde Heinz, klasik mayonezde de Hellmann's kullanıyorum. Bu tarifte zaten balık yağlı olduğu için ligt kullandım ama siz normal mayonez de kullanabilirsiniz.



Ayrıca genel bir kanı vardır, yiyeceklerin light versiyonları ile klasik versiyonları arasınd açok bir kalori farkı olmaz diye. Mayonezde, en azından benim kullandığım markalar arasında, oldukça yüksek ve kayda değer fark var. Bu yüzden mayonez seviyorsanız ve light kullanmak isterseniz Heinz Light mayonezi gözüm kapalı öneririm.

Sürülebilir Ton Balığı ve Avokado ile Ekmek Üstü





4 kişilik

Ton Balığı Ezmesi

320 gr konserve ton balığı (tercihen bütün dilim)
4 yemek kaşığı mayonez ( Ben Heinz mark
2 diş sarımsak
Tercihen taze baharat (ben 5-6 yaprak biberiye kullandım)

Ton balığını iyice süzüp mutfak robotuna alıp üzerine mayonezi ve 4 er parçaya böldüğünüz sarımsakları ve kullanacaksanız baharatı ekleyin ve kremamsı bir kıvam alana kadar robotta çekin. (veya el blendrı ile) Sürülebilir ama çok hafif pürüzlü bir kıvam alıyor, humus gibi biraz. Sürülebilir ton balığı ezmeniz hazır.

Ekmek üstü hazırlamak için


Ton balığı ezmesi
Tercihen tam tahıllı ekmek dilimleri
1 küçük boy mor tatlı soğan (veya taze yeşil soğan)
1 tane avocado
cherry domatesler
taze baharat
mısır
varsa yaban mersini veya frenk üzümü

Ekmekleri tavada, fırında veya makinada çok fazla olmadan, iyice kurutmadan kızartın.
Avocadoyu soyup dilimleyin. Domatesleri dilimleyin. Ton balığı ezmesine 2 yemek kaşığı mısır karıştırın.
Ekmeklerin üzerine avocado dilimlerini yerleştirip ton balığı ezmesi sürün. Üzerine domatesleri bırakın ve minik minik doğradığınız soğanı serpiştirin. Taze baharatlar ve meyvelerle süsleyin.



Montag, 15. Dezember 2014

Çöp Site Yapmaktan Korkmayın

Blog yazarı olmak başlı başına belirli teknik bilgi ve donanım isterken, sıfırdan bu işe soyunmak ancak cesur insanların atacağı bir adımdır. Tarih çok az cesur insanı Kahraman yapmıştır. Amacınız kahraman olmak değilse, blog yazmaya hemen bugün başlamalısınız. Blog Hocam ı takip ettiğinize göre hepiniz blog yazarlığının belli bir evresinde olmalısınız. Kiminiz daha yeni emeklemeye başlamadınız, kiminiz sitenize ziyaretçi çekme derdine düştünüz, kiminiz ise artık meyveleri topluyorsunuz. Meyveleri toplayan yazarları blog yazmaya başladığı günlere götürecek, emekleyen ve arayış içine olanlara yol göstermesini hedeflediğim Çöp Site Yapmaktan Korkmayın adlı yazım için BH ye hoş geldiniz.

 

Blog yazarlığı üzerine üç bölümden oluşan yazımızın ilk paragrafını, işin henüz başında olanlar için yazıyorum. Blog yazarlığı aşama kaydetme üzerine kurulmuş bir sistemin önemli halkalarından biridir. Öncelikle bu sistemin ne olduğunu kavramak gerekir. Blog yazmak lise yıllarında bir şeyler karalamaya benzemez. İçimi dökeyim rahatlarım yada ben farklıyım, hayatımı yazsam roman olur demekle de bir şey olmaz. Peki nasıl olur? Bunu zamanla öğreneceksiniz. Benim sizler için üzerinde duracağım konu ise, blog yazmaya başladığınızda olmuyor, bu temanın şusu eksik, diğerinin rengi kaçık, bu konuyu yazmaktan sıkıldım gibi mazeretlerle çöp site oluşturup bu işten sıkılmanız. Geriye dönüp baktığınızda arkanızda üç beş tane çöp site bırakmamışsanız daha gideceğiniz çok yol var demektir. Çok nadir istisnalar hariç. Evde yazar gibi. Yanılmıyorsam ilk seferinde tutturdu bu işi.

 

Bu iş teknik bilgi gerektirir demiştim ya, işte siz farkında olmadan o beğenmediğiniz çöp sitelerde buna sahip oluyorsunuz. Saatlerce araştırıp yaptığınız bir yeniliğin sevinci ile sayfanızı yayınladığınızda sizden başka beğenen olmayınca, bir şeylerin yanlış gittiğini daha iyi anlıyorsunuz. Tüm çabanıza rağmen google aramalardan trafik alamıyorsanız. Gözünüz aydın nur topu gibi bir çöp siteniz oldu demektir. Bir saniye hemen moraliniz bozulmasın. Bu sizin bir sonraki blogunuzda yere daha sağlam basmanızı sağlayacak. İkinci, üçüncü denemelerinizde de farklı farklı sebeplerden dolayı yine sitenizin çöp site kategorisinde yer alması muhtemeldir. Çünkü siz sıfırdan başladınız. Düşmeden yürüyemez, yürümeden koşamazsınız. Bu sebeple Çöp Site Yapmaktan Korkmayın! Diyorum.

 

Bende tıpkı sizler gibi deneme yanılma yöntemini kullandım. Kuş uçmaz kervan geçmez yazılarım çok oldu. Yukarıda kırmızı renkle belirttiğim cümle öylesine laf olsun torba dolsun diye söylenmiş bir şey değil. Bu işte aşama kaydedemeyen, kendini kaybeder. Sizlerde gelişime açık olmalısınız. 5 yıldır bu işin içindeyim. 6 ay kimsenin uğramadığı sitemde oldu. Bir gece 55.000 kişi gördüğüm sitemde.

 

İlk yorumu almak için aylarca beklediğim zamanları da yine ben yaşadım. Bugün tüm deneyimimi E Aktuel Ürünler adlı blog için kullanıyorum. Sonuçlar ise beni memnun edici noktada. Tam bir aylık site. İşte size rakamlarla Çöp Site Yapmaktan, Google Uyumlu Blog yapmaya geçişin bir göstergesi.

 

istatistik

 

İlk hafta 13 Kasım 2014 tarihinde 113 olan sayfa görüntülenme, 1 ayın sonunda 600 ortalamayı yakalamış durumda. Peki ne yaptım da bunu rakamları 1 ayda yakaladım. Bu trafiğin kaynağı ne?  % 68 Organik aramalar desem daha da şaşırırsınız değil mi? Evet arkadaşlar işin sırrı çöp site yapmaktan geçiyor. Korkmayın ben 1,5 yıl emek verdiğim siteyi bir gecede sildim attım. Edindiğiniz tecrübe sizin en büyük karınız olacak. Sadece 1 aylık olması sizi şaşırtmasın. Ardında Blog Hocam da geçen onlarca saat, Ehli Blog da okunan bir düzine makale, Evde Yazar ın gece kokan çiçeği "Adı Şebboy muşu var". Daha ismini yazamadığım bir yığın  blogcu.

 

Çok fazla değil 3-5 tane kaliteli ve düzenli içerik giren blog takip edip, gelişimizi sürdürmeniz kendinize blogunuza yapacağınız en büyük iyilik olacaktır.

 

Yazar Hakkında: Merhaba ben Selahattin Barışkan, 2010 yılında Dünyanın en büyük çöplüğü olarak gördüğüm İnternet ortamına sıfır bilgi ile giriş yapan, ardında 6 tane çöp site bırakan, bugün bilgi ve birikimimi E Aktuel Ürünler .com için kullanan sizin gibi biriyim.