Mittwoch, 5. März 2014

Blog Yazarlığı Meslek Olur Mu?

Gerek insan kaynakları uzmanlarından, gerek de dijital pazarlama sektörünün önde gelenlerinden son zamanlarda sıkça duyduğum bir cümle var. “Blog yazarlığı bir meslek olacak!”

”Tam zamanlı blog yazarı aranıyor” ilanlarını görmek veya “ne iş yapıyorsun” sorusuna gelecek “blog yazarıyım” cevabını duymak bizim jenerasyona kısmet olur mu bilemiyorum ama bu konuda ileride büyük gelişmeler yaşanacağından ben de eminim.

Zira bireysel olarak blog okuma ve yazma konusunda son 10-15 yılda büyük aşama kaydettik. İlk olarak 2002 yılında üniversitede tanıştığım blog kavramını o güne kadar hiç duymamıştım. Bugün ise o yaşlardaki neredeyse her insanın en az bir blog yazma tecrübesi olmuş veya takip ettiği birçok blog var. Bu değişim çok değil 10-12 senede oldu işte.

Peki blog yazarlığının meslek olması ya da tam zamanlı bir iş olması için bireysel kullanımdaki bu farkındalık yeterli mi? Bence bireyler kadar markalar ve kurumların da vizyonunu genişletmesi gerekiyor.

blog yazarlığı
Marka ve kurumların kendi bloglarını oluuşturmaları, ciddiye almaları, bloglarını bir iletişim, satış ve bağlılık silahı olarak kullanmaları blog yazarlarına kadro açmalarını beraberinde getirecektir.

Türkiye’de markalar, henüz blgger kadroları açmasalar da blogların gücünü fark etmiş olmalılar ki son yıllarda bloggerlarla iş birliğine gitmeye başladılar. Bu sayede bloggerlar düzenli olmasa da hatırıı sayılır gelirler elde edebliyorlar.

Markaların yanı sıra e-ticaret sitelerinin de bloglara fazlasıyla ihtiyacı var. Satışlarını arttırmak için blog yazarlarıyla iş birliğine gidecekeri gibi SEO için kendi bloglarını yazmalılar. Eğer e-ticret sitesi bünyesinde SEO ve içerik konusunda meleke sahibi birileri yoksa, kariyer sitelerine “blog yazarı aranıyor”  şeklinde ilan vermeleri çok doğaldır. Bu da blog yazarları için bir iş fırsatı demektir.

Peki blog yazarları e-ticaret sitelerinin bloglarına neler yazar? Veya bire-ticaret sitesinin blogunda neler olmalı?

Bu soruyu yanıtlarken, bu yazının sponsoru olan Mark-ha’nın blogundan örnekler verelim isterseniz.

- Günümüzde en etkili satş & pazarlama taktiklerinen biri olarak gösterilen “öğretme”yi blog kullanarak uygulayablirsiniz. Örneğin Mark-ha’nın blogunda elbise mayo alırken veya tesettür mayo alırken nelere dikkat edilmesi gerektiği ile ilgili pratik bilgiler yer alıyor.

 

- Marka veya e-ticaret sitelerinin bloglarında müşterinin ürün seçimini kolaylaştıracak  içerikler de yayınlanması gerekir. Mark-ha blogda, ürün seçiminde işe yarayacak pratik bilgiler ile ölçü belirleme ile ilgili yardımcı içeriklere de yer verilmiş.

- Bu tür blogların olmazsa olmazları yeni ürünlerin tanıtımı ve kombin önerileridir. Örneğin Mark-ha’ya yeni bir bayan pijama takımı eklendiğinde hemen bir blog yazısı hazrlanarak ürün hakkında bilgi veriliyor. Bu sayede hem müşteri bilinçlendiriliyor, hem de sitenin SEO performansı arttırılıyor.

Son olarak ileride blog yazarlığını meslek haline getirmek isteyen kişisel blog yazarlarına bir öneride bulunmak istiyorum. 2 türlü içerik vardır; okuyucu için üretilen ve arama motorları için üretilen. Kişisel bloglarınızda okuyucu için içerik üretme konusunda kendinizi fazlasıyla geliştirmiş olabilirsiniz. Fakat ileride  markaların veya e-ticaret sitelerinin blogları için içerik üretecekseniz, işin arama motorları kısmında da kendinizi geliştirmeli ve bu üreteceğiniz içeriklerde bu ikisi arasındaki dengeyi iyi tutturmalısınız.

Dienstag, 4. März 2014

ATÖLYEM



Evimizin çatı katında, hali hazırda 7/24 açık bir atölyem var. Her daim, beni tüm misafirperverliğiyle bekleyen masası, şovalesi, koltuğu, ve hatta yatağıyla... olmadı ön odasında iki berjeri ve televizyonuyla, minik bir oturma odasıyla her daim beni bekleyen kaçış odası, rahatlama odası, dinlenme odam, huzur odam ve daha aklıma gelmeyen bir sürü mutluluktur benim için atölyem.

 Kitaplıklarımın bir kısmı da orada.
 Ben resim yaparken, Melisa'da yakınımdan ayrılmaz. Oturma odasında televizyon izler. Arada bir gelir, resim yapar, taş boyar, kolaj için dergileri karıştırır, malzeme toplar, resim kitaplarını karıştırır. beni izler. Bana arkadaş olur. Olmadı yatakta uzanır, kitap okur. Olaylarını anlatır.

 Geçen haftalarda çekmiştim bu fotoğrafları. Şimdi biraz daha dağınık. Resimler var sağda solda. Yeni seriye başladım. Hızımı kesmezsem, önümüzde ki sene bahara sergi düşünüyorum.
Henüz tam bir günü atölyede geçirme imkanım olmadı. Vakit sıkıntım had safhada. Cumartesi günleri gittiğim atölye olmasa, gerçekten resim yapmam çok zor. Akşamları 10 dakika oturmaya vakit bulamıyorum. Evimde bir atölyem var, ama ben dışarda arkadaşlarımla bir arada resim yapmayı tercih ediyorum. Melisa her ne kadar da arkadaşlık etse de , şimdilik iyi kritik yapacak noktaya gelmedi.






203-) Fetih Suresinin İlk Ayeti İle Açılan Kapılar..

Kardeşlerim akşam yatmadan önce 500 defa okuyacağınız fetih suresinin ilk ayeti ile her ne isterseniz isteyin hayırlısıyla Rabbim tarafından kısa surede verilecektir,yeter ki en az 40 gün okunmaya devam edin. Açılan kapıları görün inşallah..
''İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ''
Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik. Kardeşlerim Fetih suresini okumaya gücü yetmeyenler bu ayeti ezberleyip sürekli okusunlar, her konuda zafer kazanırsınız. Fatih Sultan Mehmet'in bu surenin gücüyle İstanbul'u Fethettiği yazıyor bir çok yerde, çok önemli bir sure.. Bu sureyi devamlı okuyanlar hayatına tüm mutlulukları çeker her işi rast gider, etkisini çok kısa sürede görmeye başlar.. Hani bana sorsalar ''ıssız bir adaya düşsen yanına almak istediğin üç şey nedir diye'''Fetih suresi, Vakıa suresi ve Esmül Hüsna benim her şeyime yeter derim.. Sevgilerimle..

Montag, 3. März 2014

Hazır Sosyal Paylaşım Eklentileri

Hayatımızın önemli bir parçası haline gelen sosyal medyayı, bloglarımıza da çeşitli şekillerde entegre etmemiz gerekiyor. Gerek ziyaretçi getirmesi, gerek de Google’a sinyaller göndererek yazıların hızlı indexlenmesini ve SERP performansını arttırması açısından, sosyal paylaşım butonları blogların olmazsa olmaz eklentilerinden.

Blog yazılarını okuyan kişilerin, bu yazıları kolayca sosyal medyada paylaşmasını sağlayan butonlara olan ihtiyaç ve talep artınca, bu butonları kolayca oluşturmanızı ve blogunuza eklememizi sağlayan siteler de artmaya başladı. Bunlardan en popüler 4 tanesini sizlere tanıtmak istiyorum.

1. AddThis

Bu alandaki en eski 2 siteden biri olan AddThis, kendini güncellemeyi başardı ve şuanda kullanıcılara sunduğu 5 farklı sosyal eklentisi var.Bunlar:


- Paylaş butonları: 4 yatay, 3 de dikey versiyonu olan paylaşım butonlarını özelleştirerek hangi butonların gözükmesini istediğinizi belirleyebiliyorsunuz.

Addthis paylaş butonları
- Takip butonları: Sosyal apğlardaki hesaplarınıza link vererek kullanıcıları buralara yönlendrmenizi sağlayacak takip butonlarını AddThis ile kolayca oluşturup blogunuza ekleyebiliyorsunuz. Yatay ve dikey versiyonlarda büyük ve küçük ikon seçenekleri var.

addthis takip et butonları
- Hoşgeldin çubuğu: Blogunuza girildiğini sayfanın üst tarafında açılan ve içerisine istediğiniz sosyal ağın takip ya da paylaş butonları ile istediğiniz sayfaya link ekleyebileceğiniz, bir nevi “call to action” barı diyebiliriz. Renkleri de blogunuzun tasarımına uygun hale getirebiliyorsunuz.

addthis hoşgeldin barı


- Trend içerikler: Günün, haftanın veya ayın en çok paylaşılan içeriklerini listeyen bu eklentiyi kullanabilmeniz için AddThis paylaş butonlarını blogunuz eklemiş olmanız gerekiyor. O butonlar ayyesinde en çok paylaşılan yazılar otomatik hesaplanıyor ve ziyaretçiye “trend” olarak öneriliyor. Kaç yazı gösterileceğini ve görünümünü belirleyebiliyorsunuz.

addthis trend içerikler


- Akıllı katmanlar: Blogunuzu tek tıklamayla ekleyebileceğiniz 4 farklı katmandır. İsterseniz hepsini ekleyebilir, isterseniz işinize yaramayacakları kaldırabilirsiniz. Neler bu katmanlar? Sağ üst köşede açılır kapanır takip butonları, sayfayla hareket eden paylaş butonları, sayfayı aşağı kaydırdığınızda otomatik açılan öneri kutusu ve sayfanın en altında önerilen içeriklerin yer aldığı 4 adet kutu. Demoyu incelemek için burayı ziyaret edebilirsiniz.

addyhis smart layers

 

 

2. ShareThis

AddThis’le birlikte en eski sitelerden biri olan ShareThis’in sosyal paylaşım butonlarını 3 adımda blogunuza kolayca ekleyebilirsiniz.

1. adımda sitenizin hangi platformda olduğunu seçmeniz istenir.
2. adımda butonların stilini seçmeniz istenir. 3 farklı stilden birini seçebilirsiniz.
3. adımda ise hangi butonların yer almasını istediğinizi belirlersiniz.

sharethis

Son olarak get the code butonuna basarak kodunuzu ve blogunuza nasıl eklemeniz gerektiğini görebilirsiniz.

3. Flare

En yeni ve en ilginç sitelerden biri olan Flare ile sosyal paylaşım butonlarını blogunuza eklemek eğlenceli ve çok kolay. Çok şık ve orijinal bir tasarıma sahip  olan Flare sosyal paylaşım butonlarını yazı başlığının altına mı, yazının sonuna mı, ortaya mı, sağa mı, sola mı ekleyeceğinizi ayarladıktan sonra sürükle bırak tekbiği ile kolayca blogunuza ekleyebiliyorsunuz.

flare
Flare’de ücretsiz hesap açtıktan sonra +New butonuna tıklarak yeni bir flare oluşturmaya bşlayabilirsiniz. Gösterilecek sosyal paylaşım ikonlarını, blogunuzun neresinde gözükmeceğini ve renklerini anlık olarak blogunuzun üzerinde görebilirsiniz. Son haline karar verdikten sonra da blogunuza uygulayabilirsiniz.

4. Markerly

Sadece blog yazılarınızın değil, blogunuzdaki resimlerin ve yazının içerisindeki belli bir yerin sosyal ağlarda paylaşılmasını da sağlayan Markerly, bu özelliği diğerleri arasında ön plana çıkıyor.

markerly

Markerly’nin widget oluşturma sayfasına gittiğinizde sayfa, görsel ve metin paylaşım butonlarından hangilerini istediğinizi ve renklerini seçtikten sonra size verilen kodu blogunuzun </body> taginin üstüne eklemeniz yeterli.

Sonntag, 2. März 2014

202-) Aldatma Güven Eksikliğidir..

Aldatma özgüven eksikliğidir.
Hep merak etmişimdir, neden elindekine sahip çıkamaz insan? Neden aldatır ve neden aldatılır? Elde etmek için onca uğraştan sonra, nasıl olur da her şeyi kaybetmeyi göze alabilir insan? Sevdiğiniz sizin olunca, onu değersizleştiren nedir? Hızlı başlamış bir ilişki, çabuk elde edilişin kabusunu mu yaşar aldatılmışlıkla? Aldatmaması için elde edilmek zorlaştırılmalı mıdır? Neden aldatır insan ve neden aldatılır? İkisi aynı soru mudur? İki soru da aynı kapıya mı çıkar? Yoksa açılan kapılar çok mu uzaktır birbirine?

Neden aldatır yahut aldatılır insan biliyor musunuz?
• Birine taşıyabileceğinden fazla değer verirseniz, bu sizin aldatılmanız için ilk ve büyük nedendir. Değer verdiğiniz kişi, kendi ailesinde yeterli kadar sevgi ve saygı görmemişse, öz saygı ve öz sevgisi yeterince gelişmediğinden ihanet kaçınılmazdır. Uygun zaman, mekân ve insan aranır. Uygun zaman, uygun mekân ve uygun kişi bir araya geldiğinde aldatılırsınız.
• Kendinize hak ettiğiniz değeri vermek durumundasınız. Şayet siz hak ettiğiniz sevgi ve saygıyı kendinize göstermezseniz, başkası neden size hak ettiğiniz sevgi ve saygıyı göstersin ki...
• Kişilerin aile tarzları ve yetiştirilme şekilleri önemlidir. Bir kızın annesi, babasına ne kadar saygı gösteriyorsa; kız, kocasına aynı saygıyı gösterecektir. Davul bile dengi dengine denir ya...
• İlişkilerdeki şiddetli kavgalar, maskelerin düştüğü andır. İnsan sinirlendiğine ve ağladığında maskesini çıkaracaktır. Şiddetli kavgalar, neden aldatıldığınız veya aldatılacağınızın ipuçlarını vermektedir.
• Karşınızdaki kişinin istekleri oldukça önemlidir. Şayet istekleri sizin karşılayabileceğinizden fazla ise problem vardır. Bu istekler hala tekrarlanıyorsa, aldatılabilirsiniz.
• Hayatta hiçbir şey birden bire olmaz. O kadar çok belirtisi vardır ki... Fiziksel kusur buluyorsa sevgiliniz, ciddi bir problem başlıyor demektir ve çoğunlukla fiziksel kusur devamında aldatılmayı getirir.
• Aldatmanın temeli bakış açısına dayanır. Farkındalığınız artıkça, hayattan ne istediğinizi bilirsiniz. Bilinçli tercihler, ulaşılan sonuçları korumak için yeterlidir çoğunlukla. Bilinçli tercihle, aldatılmayı tercih etmemiş oluyorsunuz ki, bu farkındalık durumunuzla doğrudan ilişkilidir.
• İnsan, içinde bir şeytan ve bir melek taşır, unutma! Ne zaman hangisi olacağını bilemezsin. Bunu anlamak için dikkatli bir gözlemci olmalısın.
• Aldatıldığınızda yapmanız gereken davranış ayrılmak olmalıdır. Aldatılmak, ilişkiye temizlenmesi oldukça zor bir leke bırakır. Çoğu kez ayrılık bile temizleyemez bu lekeyi. Lekeyi temizlemeye çalışmayın. Elbiseyi çıkarın.
• Tepkilerinizi yerinde ve zamanında verin. Beklemeyin, acımayın, unutmayın.

Ayrıldınız, peki şimdi ne yapacaksınız. Önce kendi içinizde, onu ve onunla sizi aldatanları affedeceksiniz. Tüm benliğinizle affedeceksiniz. Sonra yaşama daha doğru ve daha temiz bir şekilde devam edeceksiniz. Allah’a sizi hak edecek ve sizin hak ettiğiniz kişilerle tanıştırması için dua edeceksiniz. Ve yaşam küçük sürprizlerini bir süre sonra karşınıza çıkaracaktır. Yeter ki siz isteyin. Unutmayın ki, şu andaki mutsuzluğunuz önce ki yanlış tercihlerinizin sonucudur. Şayet bu tercihleri devam ettirirseniz, mutsuz olmanız kaçınılmaz olacaktır.

Çoğu aldatılmada, aldatılan kişi mutsuzdur mutlaka. Ama asıl aldatandır mutsuz olan. İçsel problemleri vardır. Öz saygısını yitirmiştir. Öz benliğinde ciddi yaralar vardır. Eksik büyümüştür aldatanlar ve aldatarak tamamlamaya çalışırlar eksikliklerini. Oysa bilmezleri her aldatılmışlık, deliği daha da büyütür. Aldatılan bu yazıyı 2 defa, aldatılamayan 1 defa okur. Şayet tekrar okumak isterseniz bu yazıyı. Bilin ki geçmişte bir yerlerde, gizli kalmış bir aldatılmışlık vardır. Siz bilmeseniz bile, bilinçaltınız mutlaka bilir aldatılmışlığı. Aslında herkes kendini aldatır.

Siran Kaleli
Psikolojik Danışman

201-) Önemli Bir Olumlama..

Eski bir hawai metodudur.

Bu yöntem; karşımızdaki insanın yaşadığı duyduğumuz öğrendimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanlar değil herşeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Tüm bilinen ya da bilinmeyen negatif enerjileri, pozitif olanla değiştirerek arındırır. Bunun içinde sevgi yi kullanır. 4 temel kalıp vardır.

Özür dilerim
Lütfen beni affet
Seni seviyorum
Teşekkür ederim.....
den oluşan. Uygulamada çok kolay ve kısa sürede de sonuç veriyor.

Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için. 2 yıl önce, Hawaii'de, bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu onları hiç görmeden tedavi eden bir terapist olduğunu duymuştum. Terapist, hastaların dosyalarını incelemiş ve sonrasında kendisinin bu kişilerin hastalıklarını nasıl yarattığını görmek için kendi içine bakmış. Kendisi geliştikçe, hastalar da gelişme göstermiş. Bu hikayeyi ilk duyduğumda bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm.

Biri, kendini iyileştirerek başkalarını nasıl iyileştirebilirdi ki? Bu kişi bilge bir kişi olsa bile akıl hastası suçluları nasıl iyileştirebilirdi? Anlamamıştım. Mantıksızdı. Ve hikâyeyi unutup gittim.


Ta ki hikayeyi bir yol sonra yeniden duyana kadar. Terapistin ho'oponopono adında bir Hawaii iyileştirme yöntemi kullandığını duydum. Daha önce bu yöntemi duymamıştım. Hikayeyi yeniden unutup gitmek istemiyordum. Anlatılanlar tümüyle doğruysa, hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim. Şu ana kadar "sorumluluk" kelimesinin anlamını, yaptıklarımdan ve düşündüklerimden sorumlu olduğum şeklinde anlardım. Daha ötesinden değil. Ve çoğu insanın da böyle düşündüğünü sanıyorum. Biz yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının yaptıklarından değil. Birçok akıl hastasını iyileştiren Hawaiili terapist bana sorumluluğun ne demek olduğu konusunda yeni bir bakış açısı kazandırdı. Adı Dr. Ihaleakala Hew Len. İlk telefon görüşmemiz yaklaşık bir saat sürdü. Ona hikayenin tamamını bana anlatıp anlatamayacağını sordum. Bunun üzerine Len Hawaii Eyalet Hastanesi'nde dört sene boyunca çalıştığını söyledi. Ve hikayesini anlattı.

Akıl hastası suçluların bulunduğu koğuş oldukça tehlikeliymiş. Terapistler bir ay içinde istifa ediyorlarmış. Hastane personeli sıkça hastalık izni alıyormuş ya da istifa ediyormuş. Hastalar tarafından saldırıya uğrama korkusundan dolayı, koğuşta sırtlarını duvara çevirerek yürüyorlarmış. Kısacası burası yaşamak, çalışmak ya da ziyaret etmek için hoş bir yer değilmiş. Dr. Len bana hastaları hiç görmediğini anlattı. Ofisinde oturup hastaların dosyalarını incelemiş. 

Hastaların dosyalarına bakarken kendi üzerinde çalışmış. Ve kendi üzerinde çalıştıkça hastalar iyileşmeye başlamış. 

"Birkaç ay sonra, daha önceden ellerli kelepçeli dolaşan hastalara serbestçe dolaşmaları için izin verilmeye başlandı," dedi bana. "Ağır ilaç tedavilerine maruz kalan hastalar ilaç tedavilerini bıraktılar. Serbest bırakılmaları konusunda hiç ihtimal olmayanlar serbest kaldı." Şaşkınlık içindeydim…

"Sadece bu kadar değil," diye devam etti. "Ve personel işe gelmekten hoşlanmaya başladı. İşe gelmeme ve sıkça olan işten ayrılmalar bitti. Personel ihtiyaçtan daha fazla sayıda olmaya başladı, çünkü hastalar serbest bırakılıyordu. Personelin yapacak bir işi kalmamıştı. Bugün, bu koğuş kapalı."

Ve işte en önemli soru: "Bu insanların değişimine sebep olacak ne yaptın?" dedim
"Onları yaratan kendi parçamı iyileştirdim sadece," dedi. Anlamadım…

Dr. Len hayatından sorumlu olmanın, hayatındaki her şeyden sorumlu olmak olduğunu söyledi -aslında basit, çünkü her şey senin hayatında oluyor. Tam manasıyla, tüm dünya senin yaratımın.

“Hmmm... Kolay sindirilebilir bir şey değil. “

Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmakla, hayatındaki tüm insanların söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmak farklıdır. Gerçek şu ki eğer hayatının sorumluluğunu alıyorsan hayatında gördüğün, işittiğin, tattığın, dokunduğun ya da herhangi bir şekilde deneyimlediğin her şey senin sorumluluğun altındadır. 

Çünkü hepsi senin hayatında olmaktadır. Terör eylemleri, ülke yöneticileri, ülkenin mali durumu ve hoşuna gitmeyen diğer şeyler, hepsi şifalanmak üzere sana geliyor. Onlar aslında yoklar… Onlar sadece iç dünyanın birer yansıması…

Sorun onlarda değil, sende. Onları değiştirmek istiyorsan, kendini değiştirmelisin.
Bunu kabul etmeyi ve hayata geçirmeyi bir kenara bırak, kavramak bile kolay değil; biliyorum. 

Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır. Fakat Dr. Len'le konuştukça onun kendisini nasıl iyileştirdiğini ve ho'opnopono yönteminin kendini sevmek anlamına geldiğini kavramaya başladım. 

Hayatının gelişmesini istiyorsan, onu iyileştirmelisin. Eğer birini iyileştirmek istiyorsan -akıl hastası bir suçlu bile olabilir bu- bunu ancak kendini iyileştirerek yapabilirsin.
Dr. Len'e kendisini nasıl iyileştirdiğini sordum. Hastaların dosyalarına bakarken ne yapmıştı?
"Sadece, tekrar ve tekrar 'özür dilerim' ve 'seni seviyorum' dedim," dedi.
Bu kadar mı?
Bu kadar.

Sonuç olarak, kendini sevmek kendini geliştirmenin en önemli yoludur ve kendini geliştirdikçe dünyan gelişir. 

Bu konu hakkında bir örnek vermeme izin verin: 

Bir gün biri bana beni üzen bir e-posta gönderdi. Eskiden olsa, bu konu üzerindeki çalışmamı, zayıf duygusal noktalarımı araştırarak ya da hoş olmayan bu e-postayı gönderen kişinin bunu neden yapmış olabileceğini bulmaya çalışarak yapardım. Bu sefer, Dr. Len'in yöntemini kullanmaya karar verdim. İçimden "Özür dilerim" ve "Seni seviyorum," dedim. Bu dediklerimi özellikle bir kişiye yönelik söylemedim. Sadece, dış koşulları yaratan içimdeki parçamı iyileştirmesi için, sevginin ruhunu yardıma çağırdım. Bir saat sonra aynı kişiden bir e-posta daha aldım. Önceki e-posta için özür diliyordu. Bu özür için herhangi özel bir eylemde bulunmamıştım. Ona herhangi bir şey yazmamıştım. "Seni seviyorum" diyerek içimdeki, o kişiyi yaratan parçamı iyileştirmiştim. 

Daha sonra Dr. Len tarafından düzenlenen bir ho'oponopono workshopuna katıldım. 70 yaşında, saygıdeğer yaşlıca bir şaman. Ve bir münzevi gibi. Çekim Yasası Sırrı adlı kitabımla ilgili güzel şeyler söyledi. Kendimi geliştirirsem, kitaplarımın titreşiminin artacağını ve okuyucuların bunu hissedeceklerini söyledi. Kısacası, kendimi geliştirirsem okuyucularım da gelişecekti. 
"Şu anda piyasada, dış dünyada olan kitaplar hakkında ne dersin?" diye sordum.
"Onlar orada değiller,"dedi. Bilgeliği aklımı karıştırmıştı. "Onlar hala içinde."
Dış dünya diye bir şey yok.
Bu gelişkin tekniği hak ettiği derinlikte anlatabilmek için bir kitap yazmak gerekir ama kısaca şunu söyleyebiliriz. 

Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."

1.Ne olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.

İçinizde ve etrafınızda olan her şeyin, bilinçli ya da bilinçsz, farkında olmanıza imkan yoktur.Bedniniz ve aklınız şu anda çalışmaktadır ve bunun farkında değildir.Ve havada, radyo dalgalarından düşünce formlarına kadar görünmeyen sayısız sinyal bulunmaktadır ve sizler bunların hiç birini bilinçli olarak algılamazsınız. Gerçeği söylemek gerekirse, tam şu anda kendi gerçeğinizi yartmaktasınız ama bu olay bilinçli bilginiz ya da kontrolünüzün dışında, bilinçsizce olmaktadır. Bu nedenle istediğiniz kadar olumlu düşünün gene de yaralanırsınız. Yaratıcı olan bilinçli zihniniz değildir.

2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız

Elbetteki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.


3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.

Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduu gibi, "Eğer onu farkedebiliorsanız, ona sahpsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsinz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.

4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.

Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.

5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.

Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyieştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da komuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıy deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.

6. İlham niyetten daha önemlidir.

Niyet zihnin oyuncağıdır;esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?

Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len  alıntı

200-) Ya Şedidel Batşi Zalime Okunur..

Ya şedidel batşi ne demektir; önce onu sizlere yazalım sitemizin değerli ziyaretçileri ve takipçileri şedidel: çok şiddetli demektir batşi : kıskavrak yakalamak anlamına gelir. 

''Fi kulübihim maradun fe za dehum (Size kötülük yapan kişinin ismi+Anne adı) allahu merada ve lehum (Size kötük yapan kişinin ismi+Anne adı) azabun elimun bi ma kanü yekzibüne bi hakkı ya kahharül kabıdül şedidel batşi seriül mücibu'' nasıl ve kime okuyacaksınız onuda yazalım, size kötülük eden birini pişman ve perişan etmek için zalime okunur önce 660 defa ''Ya Şedidel Batşi'' okunur ve ardından bir kez yukarıdaki dua okunur isimlerin okunacağı yer duada gösterilmiştir başka bir maksatla da okunmaz selametle.. Bu dua,  dua sitelerinde genelde yanlış verilmiş asla kendi isminiz geçmemeli bu duada, bunlar kahır ayetleridir çünkü, lütfen dikkatli olalım bu hususta. Okuyacağınız kişinin anne adını biliyorsanız onu da zikredersiniz. Zevk için okunmaz, bu kişi canınıza, malınıza, namusunuza kastettiyse cezalandırılması amacıyla okunur, suçsuz birine okursanız siz cezalandırılırsınız bunu da söylemiş olayım..Çok defalar okuduğum ve tesirini kısa sürede gördüğüm bir duadır.. Utarit(merkür) saatinde okumak daha etkilidir..Niyetinizi başlarken ve bitince tekrar ediniz ve doğru kelimelerle isteyiniz. Bir örnekle açıklayayım. Diyelim ki Ali adında biri benim canımı yaktı rızkıma mani oldu. Bu Ali'nin annesinin adını da biliyorum Fatma. Niyetim şöyle olacaktır; Allahım Ali ibni Fatma' yı bana yaptığı kötülüklerden dolayı en kısa sürede cezalandır, pişman et( Cezasını sizde belirleyebilirsiniz, başına şu gelsin derseniz, başına o geliyor zaten) Anne adını bilmiyorsanız Havva diyeceksiniz..NOT: Kuranı kerimde geçen ayetlerdir hepsi ve büyü değildir.