Samstag, 8. September 2012

İSVİÇRE'NİN ŞELALESİ / RHEINFALL

Rheinfall'a bu 3. gidişim ve her gidişimde aynı heyecanla geziyorum. Rheinfall, Avrupanın en büyük şelalesi. Suyun sesi, serinliği terapi gibi geliyor. Bu şelale 15000 yıllık. İnanılmaz bir manzarası var, panoraması çok güzel. Toplamda 300 tane fotoğraf çekmişiz. Ama anladım ki, oranın tam ifadesi ve duygusu bu fotoğraflarla verilemeyecek.
 
En önemli faliyeti kanoya binmek. Kano ile 3 tane tur var. Biri sadece karşıdan karşıya geçmek. Biri şelalenin olduğu noktaya gitmek, diğeri ise şelalenin aktığı yerle Ren nehrinin devamında , 8 şeklinde bir gezinti. Biz sadece karşıdan karşıya geçtik.
 




Her saniyede yazın yaklaşık 600,000 litre, kışın 250,000 litre su akıyor. Hava soğudukça buzdan dolayı, akan su miktarı azalıyor. Döne döne aşağıya doğru iniliyor. Suyun düştüğü noktaya doğru bir ilerliyoruz.


Bu mağaradan geçip, balkona çıktıktan sonra ....

Artık dalgalara dokunulacak kadar yakınlaştık. Bu noktada suyun terapisine karşı koyamıyorsunuz.
Oksijen sanki tüpten solurken, minik su damlacıklarının yüzünüze çarpması inanılmaz bir duygu.






Balkondan bir ayrıntı.


Düşüşün uzaktan görüntüsü, az evvel kenarda ki balkondaydık.

Ren nehrinde ki ördekler ayaklarıyla balıkları tokatlıyarak yüzüyorlardı ve dilenci gibi köprünün altına toplanıyorlardı.

Rheinfall'ın etradında gezdikçe , o kadar değişik panoromatik fotoğraflarla karşılaşılıyor ki, sürekli fotoğraf çekme isteği uyanıyor. Bu manzaraların karşısında da restaurantlar ve kafeler var. İsviçre'de turistik yerlerin tanıtımı inanılmaz iyi yapılıyor. Daha girişte aldığınız broşürlerle, ilk önce gezilecek yerin ya da yerlerin haritaları, etrafta kalınacak oteller, restaurantların tanıtımı, açık oldukları saatler, yapılabilecek turlar ve detayları, bu noktaya yakın başka gezilecek yerlerin tanıtımı gibi bir bakıyorsunuz elinizde bir sürü broşür olmuş, ama bakıcak , karar verecek zaman yok.



Burası restaurant
 
 
1778 senesine ait bir kapı, 1500 lü senelere ait çeşmeler ve 1300 lü senelere ait kapılarda var. Ama neyin fotoğrafını koyacağımı şaşırdım artık.

Girişte ki, tablolar. Bu tablolar eski Rheinfall'ı anlatıyor bize.




Bizin mola verip, manzarasına doymaya çalıştığımız Restaurant Park am Rheinfal -Chuchi .
Çocuk menüsü boyama şeklinde geldi. Rivella , İsviçre'nin milli içeceği gibi. Gazoz gibi, ama süt özünden yapılıyor. Çok lezzetli. Hep tercihimiz oldu.

Gezi treni. Bu tür trenler etrafı hiç bilmeyen ya da yaşlılar için ideal.
 
Not: Halen blogları ziyaret edemedim. En kısa sürede başlıycam.
Seyahat sonrası toparlanmalarımız henüz bitmedi.
 
 
 

Mittwoch, 5. September 2012

İSVİÇRE'DE EV HALLERİ


Teyzemin evi, yani kaldığımız evle, İsviçre seyahatine devam ediyorum. 3 oda bir salon olan evin bir odası bize, bir odası Melisa'ya verildi. Burası balkonumuz her daim, bol oksijenli ve kuş sesleriyle gözümüzü gönlümüzü açtı. Melisa her fırsatta, bu bahçeye attı kendini. Dillerini anlamasada bir sürü arkadaş edindi. İpini, topacını paylaştı. Yiyeceklerini paylaştılar. İşaret diliyle konuştular. Sonradan az Türkçe bilen bir kız aralarında tercüman oldu. Hiç stres ve araba korkusu olmadan bu büyük alanda , gözümüzün önünde oynadı, dolaştı. Arka tarafta tabii ki arabalar nadirde olsa 30 km aşmayacak şekilde seyir ettikleri ve her çocuğu kaldırımda görse dahi yavaşladığı için, ne bizim için ne Melisa için bir tedirginlik vardı.
Sardunyalar genelde her evin balkonunda var İsviçre'de.

İsviçre'de karasal iklim sözkonusu. Sabahları ve geceleri son derece serin, gündüzleri öğlen vakti 30 dereceye ulaşıyordu. Geçen hafta perşembe-cuma 15dereceydi , 2000 metreye kar yağdı. Gece , başucumda ki kalorifere el değmiyordu.


Melisa etrafı keşfediyor.



Odamızın camından dışarının görünümü...
 

 Oksijeni bol bol kullanmak için, hiç bir gece camı tam kapatmadım. Sabah uyanır uyanmaz , ardına kadar açıp, derin bir nefes alıp, reklamlarda ki gibi hissettim kendimi. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle pencere açan, süt , peynir, yoğurt, tereyağı reklamlarında oynamaya hazır gibiydim.
Bizim evlerde bu evlerin kırmızısı. Bu evler, Sulzer diye büyük bir firmaya ait. Eniştem oradan emekli ve bu evlerde Sulzer'in kooperatif evleri. Bu evde 25 senedir oturuyorlar. Evler halen Sulzer tarafından, her sene, camı, kapısı, penceresi, mutfağı gibi detayları ihtiyaca göre yenilediği için, o kadar eski olduğu kesinlikle anlaşılmıyor.

Kırmızı panjurlu ev hayali olanlara..




Melisa akşamları, gezilerden döndükten sonra, yürüyerek bitiremediği enerjisini, bahçede harcamaya devam ederdi.
Çamaşır ya da kilim gibi kalın şeylerin asılma şeysi :) Ortak kullanım.



Her geziden döndükten sonra, akşam yemeği ve sonrasında mahallede yürüyüşe çıktık. 1 saat kadar. Sanki mahallede tek yaşayan bizdik. Dışarda çok nadir araba haraket halinde. Az insan her aksam 1 ya da 2 kişiyle karşılaştık. Biz, üçümüz her akşam , bir ihtiyaç tespit edip, merkezde ki benzin istasyonuna kadar yarım saat yürüyüp geri geliyorduk. Tabii çok yorgun olduğumuz akşamların dışında. Melisa'ya ne kadar yalvarsakta evde kalması için, her defasında bizimle geldi.
İsviçre'de hayat saat 6 da bitiryordu.


Bu evlerin önünde ki bahçeler o kadar güzel ve bakımlıydı ki, hep geç vakte kaldığımız için, aydınlık haliyle, kanlı canlı hiç çekememişim. Geçen senelerde çektiklerim var sadece. Onlarda basılı duruyor albümlerde. Bu resimlerde görüldüğü gibi, kimse yok caddelerde.

Geçen 10 seneye nazaran, Zürich- Winterthur'un nüfusu artmış gibi gördük. 10 sene önce hiç genç yoktu ortalıkta, sadece yaşlılar vardı, sokaklarda, mağazalarda. Bu sefer hem nüfus artmış, hem de genç nufüs artmış. Alınan göçlerden kaynaklanıyormuş. Yugoslavya'dan , Arnavutluk gibi ülkelerden gelenler çokmuş . Bunun yanında çok fazla sayıda zenci de vardı.
Almanya, Fransa ve İtalya ile sınır. Ülkenin bu ülkeye yakın bölümünde ki o dili konuşuyorlar, yolda ki levhalarda değişiyor. Ama markette kasada çalışan herkes, Almanca, İtalyanca, Fransızca ve İngilizce biliyor.
Fransız bölgesinde sadece, Almanca'ya karşı alerjileri var. Bu ülkede, garson, kasiyer, trende ki biletleri kontrol eden görevli olabilmeniz için, bu dilleri bilmeniz gerekiyor. Yani ben gitsem çalışmak istesem, Migros'ta kasiyerlik bile yapamam herhalde.
Bunlar apartmanın girişinde ki önemli uyarılar. Ama daha önemlisi , apartmanın içi mis gibi çamaşır kokuyor. Bunun sebebi, katlarda çamaşır makinası yok. Apartmanın altında bir çamaşır odası ve kurutma odası var. Çamaşırlar yıkandıktan sonra, odaya asılıyor ve bütün apartman baştan aşağıya sabun kokuyor.  Hergün farklı bir kokuyla karşılaşabiliyorsunuz. Bu kokular bazen apartman dışına da taşıyor. Apartmanın içi o kadar temiz ki, ayağımda patiklerim, çamaşır odasına gidip geri geldim kaç defa, altları tertemiz geri getirdim. Benim evimde kullandığım çoraplarımın altı daha kirli.
 
Üstteki uyarı, Yeşilliklerin toplandığı kutularla ilgili. Bu kutulara ekmek, et, makarna, şişe, plastik, kutu gibi şeyler atmayın. Bu kutular gübre niyetine kullanılması için belediye tarafından toplanıyor.
Bence en önemlisi aşağıda ki , ben de apartmanlara böyle bir yazı konulmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Toplumun yarısı uysa, yaşadığımız toplumsal stres azalır. Şöyle ki ;

İşaretlerle anlatılmış.
1) Akşamları saat 21:00 - 06:00 arası kapıyı kilitleyin.
2) 22:00- 06:00 arası sessiz olun.
3) 22:00- 06:00 arası banyo yapmayın.
4) Uyku zamanı televizyon ve müzik sesine dikkat edin.
5) Kapıları çarpmadan kapatın.
6) Merdivenden patenle inmeyin, ama sanırım bunun anlamı, merdivenden sessizce inin.
7) Çöpleri , konteynırın içine bırakın.
8) Arabanızı park edilecek yerlere bırakın.
 
Daha anlatacak çok şey, tabii sırayla...
Bir sonra ki yazı da, geziler başlıyor...
 
Yorgunluk durdukça çıkıyor. Adaptasyon sıkıntısı var, ama geçen senelerde ki kadar çok değil nedense.