Sonntag, 27. Mai 2012

LUNAPARK MI, LÜLEPARK MI...


Bir çocuğun en çok istediği şey nedir küçükken, en çok neyin hayalini kurar, en çok neyi hatırlatır, neyi tutturur, tuttururdum, tuttururduk. Tabii ki Lunapark. Melisa'nın deyimiyle Lülepark. Geçen yaz gittiğimizde başımızda boza pişmişti bu Lunapark'ta. Çok sıcak bir gündü ve saklanacak, oturacak , duracak gölgelik hiçbir yer yoktu. O gün iyice yorulmuş ve yorulmuştuk.

O günden beri de bu sene 1 Mayıs'a kadar, hiçbir haftasonu da uygun bir gün değildi tekrardan Lunapark'a gitmek için. Haftasonları böyle yerler çok kalabalık oluyor. Bütün kış, yağmur, soğuk, ılık hava, güneşli bulutlu demeden, Melisa her haftasonu kapıdan dışarı çıkarken mutlaka Lunapark'a da gitmek istediğini hatırlattı bize. Bizde her defasında geçerli nedenini hep açıkladık, gidemedik.


Yine sıcak bir gündü. Serinlik katsın diye çoğu fotoğrafı siyah beyaz kırmızı çektim. Şimdi de yine yüzlercesinin arasından ayırım yapamadım :)
1 Mayıs'ta gitme imkanı olmuştu ve en çokta çarpışan arabalardan keyif aldılar baba kız. Bu arada , Pendik Kurtköy Viaportta bu açık Lunapark. Yolu geçenlere tavsiye edebilirim. Bostancı'da ki gibi fahiş fiyatlı değil en azından.
Büyük küçük herkesin tek ortak eğlencesi ve lunapark'ın en keyiflisi çarpışan arabalar....


Küçüklüğümde, bir tek Avrupa yakasında Maçka'da Küçükçiftlikte lunapark vardı. Sirk'te geldi mi oraya gelirdi. Fotoğraflarımı bulsam onları da yazacaktım, başka zamana artık.

Freitag, 25. Mai 2012

OKULA GİDEN ÇOCUĞU OLANLARA GÖRSEL BİR TAVSİYE



Biz 1. sınıfı tatlısıyla, acısıyla, ekşisiyle bitiriyoruz. İyisiyle kötüsüyle, neşesiyle öfkesiyle ... Hergünü farklı bir olayla, bir haberle kapattık. Her akşam dersimiz vardı evde. Bu dersler sadece ödev değildi, insanlık dersleriydi çoğu. İyi insan olma, sabırlı , anlayışlı, öfkesini kontrol eden insan olma öğretileriyle dolu derslerdi.
Melisa , diğer çocuklar gibi hareketli, uyum sağlama dönemini deneyimlerle atlatan bir çocuktu. Olayları olgunlukla karşılamayı ve hatasını tekrardan tekrarlamaması için neler yapacağını öğrettik.

Yaşadığım olaylarda, anladım ki olgunluk anne-babadan başlıyor. Yüzü gözü yara , kolları bacakları morluk , tırnaklanmış, çimdiklenmiş, ezilmiş, itilmiş , düşürülmüş, parmakları kapılara sıkıştırılmış, eşyaları yerlere dökülüp üzerine basılmış ve aklıma daha gelmeyen bir sürü örnek... Tüm olayları tek tek irdelerken, anlatım aşamasında, kendisinin nerede hatalı olup düşünmesi gerektiğini göstermeye çalıştım. Sınıfına yaptığım ziyaretlerimde , daha evvel anlattığı arkadaşlarının saçlarını okşayıp hatırlarını sordum. Çok tatlı ve akıllı bir çocuk gibi göründüğünü belirtip, Melisa'ya da kin tutmamasını öğrettim. Bence doğru olan buydu.


Ama gelin görün ki, olgun olamayan velilerle karşı karşıya kalabilme gibi durumlarla karşılaşabileceğimin farkına vardım. Bu gibi durumlarda, bence cesareti olanın gelip rahatça konuşması ve karşılığında bir çay ikramıyla karşılaşması gerektiğini düşünüyorum. Neyseki öğretmenimiz bu konuda benim olgunluğumda...
Hiçbir çocuk suçsuz değil. Hepsi insan ve toplum ilişkilerinin temellerini atıyorlar bu ortamda.

Şimdi gelelim filmimize. Ben bu konularla uğraşırken, filmizle sitesinden film ararken karşıma bu film çıktı. Roman Polanskinin yönetmen olması ve tabii ki oyuncular ve konusu beni cezbetti.

İki aile . Çocukları kavga ediyor, biri ağzından yaralanıyor ve evde buluşmaları ve konu üzerinde konuşmaları , çözüm bulmaya çalışmaları, bakış açıları , hal ve tavırları sergileniyor.

Her veli , okula başlayan çocuklarının şiddet uyguladıklarını ya da şiddet gördüklerini bilir. Bunun nedenlerini, nasıllarını ve kaynaklarını görebiliyorlar bu filmde. Bu konu dikkatlerini çeken, her ebeveynin izlemesi gereken bir film olduğunu ısrarla tavsiye ediyorum. Hatta okul tarafından toplantılar esnasında toplu gösterimde yapabilirler, ya da izlemek mecburidir şartıda koyabilirler. Ebeveynlerin olgunlaşmasına katkı sağlayacaktır.

An Indian's Makeup Blog

Donnerstag, 24. Mai 2012

LEYLAK DALI BİR MİM YARATTI, HANGİ KİTAP HANGİ SAYFA...

Sevgili Leylak Dalı, özgün bir mim yarattı. Diğer mimlerden farklı ve daha keyifli.
Mimin kuralları; Kitaplığınızın sol üst köşesinden başlıyorsunuz saymaya, yaşınız sayısı olan kitabı buluyorsunuz, kitabın yaşınız sayısı olan sayfasına geliyorsunuz ve ilk paragrafı paylaşıyorsunuz. Tabii ki kitap bilgileri ve kitapla ilgili yorumda yazılsa fena olmaz.Bu mimi yapmaya karar verdikten sonra, bana kitap dünyasından hangi kitap kısmet olucak diye bütün gün düşündüm durdum. Natali'de ( Baykuş gözüyle) yaptı bu mimi ve çok severek okuduğum bir kitap çıktı ona.

Kitaplığım dağınıktı toplayamadım.
Eve geldim, ama hangi kitaplıktan başlayacağım diye düşündüm. Üst katta ki kitaplıklardan mı, alt kattakinde mi? Alt kattakinin arka tarafından mı ön tarafında mı ... Neyse en sonunda, alt katta ki kitaplığın arka tarafında ki kitaplarından başladım, veeee kurallara göre ;

BAHÇIVAN
RABINDRANATH TAGORE
Çeviren: İbrahim Hoyi
Remzi Kitapevi
İstanbul 1963

İlk Paragraf ;

Olduğun gibi gel. Tuvalet, süsünle gecikme.
Taralı saçların çözülmüş, saçlarını ayırdığın çizgi düz değil, korsanın kurdelesi daha bağlanmamış ise, aldırma.
Olduğun gibi gel, süsünle gecikme.
Çimenlerin üzerinden hızlı adımlarla gel.
Şebnemlerden ayakların birbirine dolansa, ayak bileklerindeki halhallarin sesi azalsa, gerdanlığından inciler düşse kaybolsa bile aldırma.
Çimenlerin üzerinden hızlı adımlarla gel.



Tabii ben duramadım. Çok ilginç birşey geldi aklıma. Kitapların arka sayfaları hiçbir zaman bu mimlerde olamayacak. Arka sayfalardan bir sayfa açtım. 92 çıktı. 92 yaşına kadar yaşasam her halde ölürken üzülmezdim. Sonra da ne diyor bana bir paragraflık sayfa dedim. Tam 92 yaş için yazılmış sanki....


Ey dünya, gülünü kopardım senin.
Kalbime bastırdım ve dikeni battı.
Gün geçip de sular kararınca, çiçeğin solduğunu gördüm. Fakat acı daha dinmemişti.
Ey dünya! Koku ve gururlarıyla sana birçok çiçekler gelecek.
Fakat benim çiçek toplama zamanım sona ermiştir ve karanlık gecede gülüm yok;yalnıız acısı kalmış.

Bu kitabı nereden aldığımı bilmiyorum, ama beni o zamanlarda çok etkilediğini hatırlıyorum. Nisan 1996'ta elime geçmiş bir kitap. 22 yaşındayken. Yine altı çizili yerleri var. Bizim Mevlanamız gibi sanki..

Bu mimi , ya da kitaplığında hangi kitapta ki hangi sayfanın kendisine armağan edildğini merak eden, herkese gönderiyorum.


CARPE DIEM

Mittwoch, 23. Mai 2012

Coco Cake Cupcakes

KARAMÜRSEL'DE BAHÇE ÇİÇEK KEYFİ


Anneler gününde kayınvalidemi ziyarete Karamürsel'e gittik. Kayınvalidemin evi bir sitede. Çok sessiz. Sadece kuş sesleri var. Tarih yok, anı yok, fazla insan yok, İstanbul'dan bir esinti yok yani.

Doğayla başbaşa, solunan sessiz bir atmosfer. Çok dinlendirici. Evinin önünde bir veranda , bir salıncak.
Evin içine girmeden hep masada oturup, salıncakta sallandık. Çiçekleri diktik. Bahçeyi suladık. Mangal yaktık.

Karamürsele gitmişken tabii ki seraları da dolaştık.





Geçen seneye kadar balkonuma koyuyordum. Ama mevsimlikler, bitince üzülüyorum.

Sardunyalar, 3,5 tl- 2,75 tl- 2,5 tl gibi satılıyordu. Ama ben bir yerden hep küçükleri kaldığı için 1 Tl'ye aldım. 15 tane kadarcık. Seracıların küçük dediği de Bauhaus'ta satılanlar kadardı.



Bunların bir kasası 12 TL.



Bense sadece sardunya aldım. Saksılarımın hepsini yeniden doldurdum.
Bu kış çünkü hepsi dışarda don yediği için bitmişti.

Bu arada sevgili Buket'e uğrayamadım. Çok dar vakitte gelip döndük.
Ama bir daha ki sefere mutlaka Buketcim...