Sonntag, 31. August 2014

Sirkeli Patlıcan






Sirkeli Patlıcan



Malzemeler;

5 adet patlıcan

5 adet çanakkale domatesi 

Yarım limon

5 - 10 diş sarımsak

1 silme tatlı kaşığı toz şeker

Tuz, karabiber

Zeytinyağı

1/2 çay bardağı su

2 yemek kaşığı üzüm sirkesi 



Yapılışı;

Patlıcanları tamamen soyup parmak parmak doğrayın. Kararmaması için limonla ovalayın. Domates ve sarımsağı rondodan geçirin, içine yağ,su, tuz, biber ve

Mittwoch, 27. August 2014

Güllü Limonata






Güllü Limonata



Malzemeler;

6 adet limon

2 adet taze gül

5 - 6 adet kuru gül

3 - 5 dal taze nane

1 + 1/4 su bardağı toz şeker

2 litre su



Yapılışı;

Limonların kabuklarını rendeleyerek  tülbent bir keseye koyun. Limonların suyunu sıkın, toz şekerle birlikte geniş bir kaba alın. 1 su bardağı kaynar suyu üzerine ekleyerek tahta bir kaşıkla limon kabuklarını ezerek şeker eriyene kadar

Sonntag, 24. August 2014

MELANKOLİ

Bu resmi çok sevmiştim. 1993 yılında yani daha 19 yaşımdayken birebir kopyasını yapmıştım. Zor ve zorlayıcı olduğu için çok severek ve isteyerek yapmıştım. Melankolinin o zaman gerçekten ne anlama geldiğini bilemezdim. Yaşamak hissetmek lazım. Düşünen kadın demiştim bu resimde ki figür için. Sanatla uğraşıyor, ya da zanaatkar, düşünüyor işte...

Şimdi daha iyi anlayabiliyorum melankolinin anlamını. Depresyon mu desem tam değil, mutsuzluk mu o da değil, her şey tam ama içime tam bir kara perde inmiş. Her zaman bu perdeler inmiyor, ya da kapanmıyor. Kim nasıl kapatıyor bilinmiyor, ne zaman kapanıyor bilinmiyor. Kalbimle karnım arasında bir ısı, bu ısı hafif tedirginlik yaratıp, hafifte mide bulantısı gibi, bir hastalık hissi veriyor.

Canım hiç bir şey yapmak istemiyor. Herhangi bir şeye gülemiyorum. Gözümün bir yere değmesi, birinin konuşması fazlalık sanki. Benden kimse bir şey beklemesin, istemesin, hatta konuşmasın benimle ,kulaklarım bir şey duymasın, vücut kabul etmiyor. Hüzün var içimde, kendimle mücadele ediyorum, ağlamak istiyorum, kimse yardım etmedi şimdiye kadar, kimse de gelip şu anda sarılmasın bana, telkin etmesin. Perdeyi kim indirdi, kim açacak... belli değil...

Melankoliğim ben. Ama kim, ne zaman benim içime bu kara perdeleri çekti bilmiyorum. Ben böyle değildim.
Aylardır mücadele ediyorum. Bir iyi bir kötü... perdeler bir açılıyor, bir kapanıyor...

Sanki vücudumda bir zehir artıyor, sonra atıyorum onu, normale dönüyorum, sonra yine birikiyor.
Yine başlıyor melankoli. Kaç gündür iyiydim, şimdi birden yine başladı. Yine bunaltı, yine bulantı...
Kim anlayacak beni, hani iyiydin, iyiydim... mutluydun , mutluydum....
ve hayatın devamı için yapmam gereken bir yığın şey beni bekliyor...
mücadeleye devam...
hayatı savaşa çevirmek bu olsa gerek...

yürek dolu, göz dolu, kulak dolu, omuzlar dolu... karnıma yumruk yemişsem de, kanım zehirlenmişse de kimin umurunda, umurumda.... yola devam, azimli, yılmaz savaşçı...

Browni






Browni 



Malzemeler;

160 gr bitter çikolata

100 gr tereyağı

1 kutu krema

3 adet yumurta

1 su bardağı toz şeker

1 paket vanilya ya da vanilya aroması

1/2 paket kabartma tozu

1 - 1.5 su bardağı un

2 yemek kaşığı dark kakao



Yapılışı;

Tereyağı ve çikolatayı birlikte eritip ılımaya bırakın. Yumurtaları vanilya ve şekerle birlikte çırpın, kremayla birlikte hafifçe karıştırın. Erimiş

Mittwoch, 20. August 2014

Green Beans with Ground Beef (Kıymalı Yeşil Fasülye)




We have been really enjoying all the seasonal vegetables this summer: zucchinis, green beans, eggplant, okra, green and red peppers and of course a lot of tomatoes. Every week at least 3-4 of these vegetables are consumed in our households depending on the availability. I like to purchase them all organic and sometimes organic is not available. In that case, I purchase what is fresh and organic. Lately, organic, fresh looking green beans are available almost every week at the market I shop, so I have been purchasing them and cooking them either just with tomatoes or with tomatoes and chicken or beef. I have posted several green bean stew recipes in the past and I wanted to add another one as this is a versatile dish. This one is with ground beef. I also like it with stew meat but for my little boys, ground beef is easier to chew so I don’t have to cut the meat really small for them.

I cooked this in a Dutch oven but any type of pot will do. If you do not wish to put it in the oven, you may cook it on stove for about 1.5 hours or until the beans are tender. Traditionally, this is cooked on the stove top.

2 lbs green beans
6-7 large ripe tomatoes (peeled and diced)
1 small red onion (chopped)
3 large cloves garlic (crushed)
2 lbs ground beef
1/2 cup olive oil
2 1/2 tsp salt
3 tbsp tomato paste
1 tsp paprika
1 tsp cumin
¼ tsp ground black pepper
6 cups water

Cut the ends of each green bean and slit in the middle without cutting through the end. The beans will split in two and stay attached at the bottom.  Take the split beans that are attached at the bottom and cut diagonally around 1 ½ inch long. In addition to cooking faster, when the beans are split in half, all the wonderful juices go inside them which produce a delicious flavor.

Heat olive oil on medium heat. Add the ground beef and stir until no longer pink. Add the onions and sauté for 3-4 minutes. Add the green beans and then the crushed garlic and stir. 


Continue to sauté for another 3-4 minutes. Add the tomatoes, tomato sauce, paprika, cumin, ground black pepper, salt and water. Stir well.

Preheat oven to 420°F. In an oven safe pot or dutch oven, bake for 2 hours. Remove from heat and enjoy with rice. 

Mittwoch, 13. August 2014

Bulgur Köfteli Yoğurtlu Sandviç






Bulgur Köfteli Yoğurtlu Sandviç



Malzemeler;

1.5  su bardağı ince bulgur

1/2 su bardağı irmik

1 adet küçük soğan

200 gr kıyma

1 yemek kaşığı un

1 adet yumurta

Tuz, karabiber



1 adet yumurta



Yoğurt



Yapılışı;

İnce bulgur, irmik ve baharatları bir kaba alın ve 2 su bardağı sıcak suyla ıslatarak 10 dk. kadar bulgurun şişmesini bekleyin. Un, yumurta ve kıymayı ekleyip macun

Freitag, 8. August 2014

Schnelles Mittagessen: Risotto mit Erbsen + Champignons




Eigentlich sollte ich gar nicht hier sitzen und diesen Post schreiben, 
sondern Koffer packen, den Reiseproviant für morgen einkaufen, die Zeitung abbestellen, 
und alles für den bevorstehenden Urlaub vorbereiten. Aber Essen muss der Mensch schließlich auch
und da ich mit meinen Gedanken schon längst in Bella Italia unterwegs bin, gibt es heute dieses einfache, 
aber sehr leckere Risotto, welches ich euch nicht vorenthalten möchte. :-)



Das ist drin (für 4 Personen):
- 400g Risotto Reis
- 1 Liter Gemüsebrühe
- 1/8 l Weißwein, trocken
- 1 mittelgroße Zwiebel
- Knoblauch
- Champignons
- Erbsen
 



So wird´s gemacht:
Zwiebel schälen, in kleine Würfel schneiden und mit Knoblauch in einem Topf 
mit wenig Öl glasig bei mittlerer Hitze andünsten. Unter Rühren den Reis dazugeben, bis auch dieser einen 
schönen Glanz erhält und alles mit 1/8 l Weißwein ablöschen und bei starker Hitze, fast 
die ganze Flüssigkeit einkochen lassen.

Nun mit soviel heißer Brühe aufgießen, dass der Reis gerade etwas bedeckt ist.
Damit das Risotto besonders cremig wird, ist es wichtig, dass ihr die Brühe nach und nach
und nur in kleinen Mengen zum Reis dazugebt. Ganz entscheidend dabei ist, dass der
Kochprozess nicht unterbrochen wird. Deshalb muss die Brühe immer heiß sein.

Etwa 20 - 25 Minuten das Reisgericht auf dieselbe Art und Weise weiterkochen lassen 
und das unter ständigem Umrühren! Nachdem der Reis schön körnig, aber dennoch weich
gekocht ist (etwa 20 min.), die  Erbsen unterheben und miterwärmen.
Die Champignons in der Zwischenzeit putzen, in Scheiben schneiden 
und in einer extra Pfanne in wenig Öl anbraten. Erst zum Schluß unter das Risotto heben.

Wer mag kann noch ein Stück Butter und Parmesankäse darunter rühren.
Erst dann wird, wenn notwendig, mit Salz nachgewürzt.

Guten Appetit!





Und nicht vergessen habe ich natürlich den Gewinner der tollen
dabelju : design Verlosung. Gewonnen hat:
Lynn von yourslynn

Herzlichen Glückwunsch liebe Lynn! Bitte schick mir noch deine Anschrift, damit du pünktlich zum
Umzug dein Kissen bekommst. ;-)


Ich wünsch euch eine schöne Zeit und bis ganz bald
♥ Rebecca




Dienstag, 5. August 2014

MASUMİYET MÜZESİ - ŞEYLERİN MASUMİYETİ

 
Masumiyet Müzesi'ne  gittim ya da gideceğim dediğimde, çevremde ki insanlar nasıl bir müze, müzede ne var, kitabın müzesi nasıl oluyor diye soruyorlar. Tamda sorulan sorular aslında müzede verilen rehber kitapçıkta ki sorularla birebir aynı. Güzel hazırlanmış, açıklayıcı bir kitapçık. Normalde, soranlara kitaptan başlayıp kısaca anlatmaya çalışıyorum, ama burada daha net olabilmek adına, müzenin verdiği bu rehberden faydalanmak istiyorum.  
 
Öncelikle Masumiyet müzesi nedir?
Orhan Pamuk tarafından yaratılan Masumiyet Müzesi yazarın aynı adlı romanında anlatılan günlük hayat eşyalarının hatıra ve anlamlarını gösteren titizlikle hazırlanmış enstalasyonlardan oluşan küçük bir İstanbul müzesidir.
Orhan Pamuk baştan beri, 1990'lardan itibaren romanı ve müzeyi birlikte düşündü. Roman 2008 yılında yayımlandı, müze ise 2012'de açıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı bir Özel Müze'dir.
ICOM( Uluslararası Müzeler konseyi) üyesidir.
 
Romanda adı geçen Kemal, Füsun'un sigara izmaritlerini toplamış. Orhan Pamuk'un bu duvarı kendi eliyle hazırladığını biliyorum. Bu Müze'ye gidecekler mutlaka " Şeylerin Masumiyeti" kitabını da alsınlar bence. Kitapta duvarla ilgili fotoğraflar ve detaylar var.
Bu duvarda, Füsun'un sigara içmeleri. Romanı okuyanlar, Kemal ile Füsun'un sohbetlerini anımsayacak.
 
Masumiyet Müzesi Romanı neyi anlatır?
1974 ile 2000'lerin başı arasında geçen Masumiyet Müzesi romanı, biri zengin diğeri orta halli iki aile üzerinden geçmişe dönüşler ve hatıralarla birlikte 1950-2000 arasında İstanbul hayatını anlatır.
 
Nişantaş'lı zengin aileden kemal kendi sınıfından Sibel ile nişanlanmak üzereyken bir yandan da bir dükkanda tezgahtarlık yapan uzak akrabası Füsun'a kaptırır gönlünü. Eski eşyalar ve hatıralarla dolu tozlu odalarda buluşurlar. Füsun bir başkasıyla evlenince Kemal onu bugün müzeye çevrilmiş olan bu binada sekiz yıl ziyaret eder. Her gelişinde Füsun'u hatırlatan bir eşyayı alıp saklamaktadır. Bu eşyalar Masumiyet müzesinin koleksiyonunu oluşturmaktadır.
 

Masumiyet Müzesi'nde ne sergilenir?
Müzede, roman kahramanı Kemal'in sevgilisi Füsun'dan biriktirdiği eşyalar yer alır. 20.yy'lın ikinci yarısında İstanbul'daki günlük hayatı temsil eden bu eşyalar roman kahramanların kullandığı, giydiği, işittiği, gördüğü, biriktirdiği ve hayal ettiği şeyler olarak dikkatle düzenlenmiş kutu ve vitrinlerde sergilenmektedir. Müze, romanda sözü edilen eşyaları ve imgeleri sergileyerek, hikayeye uygun bir atmosfer yaratır. Aynı zamanda hem kurgusal bir müze hem de küçük bir "yirminci yüzyılın ikinci yarısında İstanbul hayatı" müzesidir.
 
"Masumiyet Müzesi, değişik amaçlar için kullanılan ve bambaşka hatıralar çağrıştıran eşyaların yan yana gelince daha önceden hiç hissetmediğimiz bir duyguyu, aklımızdan hiç geçirmediğimiz bir düşünceyi ortaya çıkaracağı ön yargısı üzerine kuruludur."
 
Sorduğunuz sorulara net olarak cevaplar bunlardır. Masumiyet müzesi eğer bir İstanbul aşığıysanız, 1950-2000'ler arasında bu şehirde yaşadıysanız, sizin için çok değerli bir müze olacak. Büyükleriniz, dede, anneanne, babaanne, anne, baba ile ve hatta hala , amca, dayınızla gitmenizi de tavsiye ederim. Orada görülen eşyaların bazıları mutlaka herkesin evine girmiştir. Orada , eskiye dönük hatıraları anımsayarak birlikte çok sohbet edeceğinize eminim. Duvarlarda eski İstanbul'a ait filmler,  vapur sesleri, musluk sesi ve hatta sabun kokusu, taraklar, tokalar, fincanlar, anahtarlar, eski fotoğraflar, eski belgeler, daha nice şeyler göreceksiniz. Emin olun ki hiç bir şey bulamazsanız da size eskiyi hatırlatacak bir olayı gözünüzün önüne getirecek, ve hatta bir kokuyu bile anımsayacaksınız.
Mesela ben,en çok oda, gardırop, naftalin, apartman kokuları, eski evrak, eski kitap kokuları, ben de iz bırakan olaylarla birlikte o anda orada olan kokuları bile anımsayabiliyorum.
 



Benim için çok şey ifade eden bu müzenin başka bir özelliği, babaannem ve dedemin, ve hatta büyük dedemin evinin arka sokağında olması. Dedemin, babamın, halalarımın , amcamın çocukluğu, gençliği bu evin bulunduğu Cihangir semtinde geçmiş. Cihangir'de ki evi, arka bahçesini, merdivenlerini, kedilerini, salonunu hayal meyal hatırlıyorum.
Babamla birlikte " Şeylerin Masumiyeti" müze kitabına bakarken, kitapta ki şeylerle ilgili, çok şey anımsadığını söyledi.  Evimizde şundan da vardı, bundan da vardı dedi.
Küçük halamla birlikte gitmeyi planlıyoruz. Onun bayan duyarlılığıyla anlatacağı şeyler benim için önemli olacak.
Keşke dedem hayatta olsaydı, ya da babaannem gezebilecek güçte olsaydı da onlarla da orayı gezebilseydim.
 
Ben aynı zamanda toplayıcıyım, biriktiririm. Gördüğünüz eşyalar ve dizilişleri bence bir bağımlılık. Ben buna bağımlıyım. Aynı şekilde evimde de dolaplarımın içi, hatırası olduğu için atılamayan bir çok nesne ile dolu. Bazı arkadaşlarım bilir.


Vitrinlerimin önüne gider, her bir eşyanın detayına gözümü değdiririm. Hepsinin tozunu alırmışım gibi bakarım. Benim için bir terapi, bir keyiftir.


En üst kattan, merdiven boşluğundan zemin kata bir bakış.
Merdivenlere bir bakış.

Benim de eşime ait bir kutum var. Küçük bir müzem var yani. Flört ederken ona ait topladığım şeyleri saklamışım. Burnunu sildiği bir kağıt mendil, kullandığı pipet, lisede ki kravatı ve s üzerine sinmiş kokusu, okulda tartışırken kırdığı cetvelin parçası, yine sinirlenip ikiye kıvırdığı uçlu kalem, ataçlar ( avucunda tuttu diye) , deodorant şişesi,  bana aldığı bir hediyenin ambalaj kağıdı, sinema biletlerimiz, dersteyken birbirimize yazdığımız notların olduğu defter, mektuplar, tüm kartlar, notlar ve aklıma gelmeyen daha niceleri... Bu resimde de Kemal'in , müzenin her yerinde olduğu gibi , Füsun'a ait bir çok eşyanın yanı sıra, dondurmayı yedikten sonra attığı külahını saklamasını, tam da benim tutkumla bağdaştırdım. Kitapta anlatılan aşk , zaten benim tutkulu, azıcıkta bağımlı olarak yaşadığım aşka benziyor. Bu yüzden elimden zor bıraktığım bir kitaptı.
 
Aşk acısının anatomik yerleşimi

 
 
Orhan Pamuk'un kitabı hazırlarken ki yazıları, yazıların altında ki kullanılmış mürekkep tüplerini de görüyor musunuz? Ben artık, kullandığım bitmiş tükenmez kalemleri biriktirmiyorum. Ama kızımın birinci sınıftan beri kullandığı küçülmüş kurşun kalemlerini biriktiriyorum, ya da topluyorum.
Bana o kalemler çok şey hissettiriyor.

 
Orhan Pamuk'un sesinden müzeyi dinlemek kızımın çok hoşuna gitti. Şimdi bu yazıyı okurken diyeceksiniz, ben romanı okumadım ki, bana orası bir keyif vermez. Yanılıyorsunuz. 9 yaşında ki bu minik kıza , Orhan Pamuk'un sesinden anlatılan aşk hikayesi ve İstanbul, keyif verdiyse ve ısrarla sıkılmadan yorulmadan bütün kutuları dinlemek istediyse, size kim bilir ne kadar keyif verecek.
En üst katta ki Kemal'in odasında, Melisa uzun uzun yatağı ve odayı inceledi. Daha da sardı, tekrardan dinlemek isterim, yine gelelim buraya dedi.
 
Müzenin dışı


Ara sokaklar.


 
 
Bu arada keşke Orhan Pamuk'ta müzede olsaydı. Kitap sohbeti yapabilseydik.

Deniz Müzesi Gezisi


Deniz Müzesi, Beşiktaşlı olduğum için, çocukluğum orada geçtiği için bir müzedir, defalarca gezmiştim. Beşiktaş vapur iskelesinin tam karşısında herkesin kolaylıkla ulaşabileceği noktada. Özellikle çocukların keyif alacağı bir müze. Saltanat kayıkları, büstler, yelkenli maketler...gerisi müzede sizi bekliyor. Çok büyük değil. Kısa sürede gezebilirsiniz. Eskiden daha fazla şey vardı. Sanırım restorasyondan sonra bir kısmını koymadılar. Silahlar, tablolar, saatler, üniformalar, madalyaların hepsini göremedim.

Hediyelik eşya dükkanı da çok makul fiyatlı. İçerde flaşsız fotoğraf çekilebiliniyor. Bu uygulamalı her yeri seviyorum. En azından paylaşım yapıp , tanıtıp merak uyandırabiliyoruz.  O hafta içinde ziyaret ettiğim tek müze " TÜRSAV" fotoğraf çekimine izin vermedi. Eğer izin verseydi onu da paylaşırdım.
Atatürk'ün sandalları

Saltanat kayıkları
 








Barbaros Hayrettin Paşa
Barbaros Hayrettin Paşa'nın imzası.
Edmondo de Amicis'in İstanbul adlı kitabı. Bu sene Natali'den hediye gelmişti bana. Edmondo 'Çocuk Kalbi 'nin yazarı. Bu kitapta seyahatname niteliğinde masal tadında çok keyifli.
Gemilerde, donanmalarda kullanılan ahşap süslemeler
Resimde ki minik ziyaretçiyi bulun.
Sesli rehberle birlikte müzeyi gezmek gerçekten çok faydalı.

Çocuklar için bir gemici odası hazırlamışlar. Bir güverte , dümen , gemici düğümleri , telsiz, harita oyunu , ekranda boyama, eşleştirme oyunu gibi vakit geçirecekleri güzel bir mekan var.


Wachsende Deko: Sukkulenten + Kakteen




Ich liebe Sukkulenten und etwas Grün brauche ich sowieso ständig in der Wohnung.
Sie sind einfach in der Pflege, hübsch anzusehen und Platzangst 
scheinen sie jetzt auch keine zu haben. ;-) So fühlen sie sich in alten Einmachgläsern genau so 
wohl wie in Terrarien oder schönen Tassen. Wichtig dabei ist nur, wenn man kein 
Wasserabzugsloch hat, so wie meinen Schälchen hier, auf eine Schicht Blähton als Drainage am 
Boden der Gefäße zu achten. 

Ein kleiner Farn (zumindest glaube ich, dass es einer ist) hat sich noch dazu gesellt zu
meinem kleinen, grünen Arrangement am Esstisch.










Schüssel und Tasse: Lovatt Keramik
Kerzenhalter: Nachmachtipp von hier + hier


Habt einen wunderschönen Tag und nicht vergessen, 
nur noch bis heute Mitternacht habt ihr die Möglichkeit in den Lostopf 
zu hüpfen und ein wunderschönes Kissen von dabelju:design zu gewinnen! :-)

♥ Rebecca


Montag, 4. August 2014

20 Tipps für Kreative.





Man kann Kreativität nicht verbrauchen. 
Je mehr man sie nutzt, umso mehr hat man.‘
Maya Angelou




Kennt ihr das, in einer kreativen Sackgasse gelandet zu sein? Vermutlich landet dort jeder einmal und
es gehört ab und an einfach dazu. Ist zwar nicht schön, aber die Welt geht davon auch nicht unter...

Im Grunde ist es nämlich gar nicht schwer kreativ zu sein.
Man muß vor allem damit loslegen und einfach etwas tun. Es dem Geist nur nicht allzu bequem zu machen.

Ich habe schon als Kind häufig zu hören bekommen, dass ich kreativ bin und dabei habe ich mich damals nie so gefühlt. Ich konnte nicht einmal ordentlich malen! (Kann ich auch heute noch nicht, aber das war damals der Inbegriff von Kreativität für mich.) Also habe ich nie ganz verstanden, was die Erwachsenen damals meinten und habe mich im Gegenteil, oft ein wenig unter Druck gesetzt gefühlt, wenn ich etwas gestalten wollte. Mir war einfach nie bewußt, woher das kam, wenn etwas gut gelang und wie man es dauerhaft abrufen oder sogar steuern konnte, dieses Kreativsein. Zudem dachte ich immer, dass man es in die Wiege gelegt bekommt. Also, man hat es oder nicht.

Heute weiß ich, dass jeder von uns bestimmte Talente und (instinktive) Fähigkeiten besitzt. Der eine hat sie früh genug erkannt und sie reifen lassen, der andere ahnt (oft sein Leben lang) nichts von seinem Potential, welches in ihm schlummert und hält diese Fähigkeiten verschüttet. Was schade ist, aber sich selbst zu erkennen ist meist noch schwieriger als andere zu erkennen.

Alles was Kreativität jedoch zum Entstehen braucht, ist eine Art innere Ruhe. Wer eine ärmellange To-Do Liste mit sich trägt, wird nur selten die Ruhe finden, die man benötigt um kreativ zu sein.

Und über sich selbst denkt man nicht mehr so gerne nach. Situationen, in denen man mit sich alleine ist, wird möglichst aus dem Weg gegangen. Dabei finde ich ein wenig selbstauferlegte Einsamkeit für manchen kreativen Prozess erst einmal gut und wichtig, denn - alles ist dabei erlaubt und wird vorerst nicht beurteilt oder bewertet.
Genauso wie das für-sich-sein in der Ideenfindung ist dann der Austausch mit anderen. Der Grund warum ich blogge, sozusagen. Viele Glücksmomente inklusive. ;-)

Bei der nächsten Kreativ-Blockade also, helfen euch vielleicht ja ein oder zwei Tipps von meiner Liste:






Probiert es aus und verratet mir doch eure Motivationsbooster 
bei einem Kreativloch! Ich bin gespannt.  ;-)

♥ Rebecca


Ps: Nr. 14: Mache ich ständig! Und weit entfernt von kreativ, aber ziemlich lustig, 
wenn man sich ansieht,was dabei rauskommt.
     Nr. 15: Kaffee geht natürlich auch. ;-)







Sonntag, 3. August 2014

Blog Mutfağınızı Zorlamayın, Misafir Olarak Doyun

Bu yazı, HızlıAdam isimli blogun sahibi Bünyamin Kapıcıoğlu tarafından Blog Hocam için yazılmıştır.

 

Geçen ay BlogHocam için yazdığım, Bloğundan Gelir Elde Edemeyenlerin Güzin Ablası başlıklı makaleden ötürü mail kutuma gelen sorulara yetişemez oldum. Dikkatimi çeken en önemli soru/sorun "Blogların spesifik olamama problemi" 

Blog yazarları özellikle bu konuda destek isteyince kolları sıvadım.

 

hizliadam

 

Buyrun Efendim. Bu Makaleyi Yan Masadan Gönderdiler.


Önceki yazımda belirttiğim gibi: bir konuda uzman görünüme sahip ve konu dışına taşmayan bloglar daha başarılı oluyor. Bunu siz de farketmiş olmalısınız. Sebebi barizdir zaten: Otomobil bloğunda yemek tarifi yayınlamanın gayet amatörce olacağını söylediğimi hatırlıyorum. Sahip olduğunuz bloğun adını "Kişisel Blog" koyarak spesifik olmanın zincirlerini kırmaya çalışmayın. Bu sadece bir şekil kaçış olacaktır. Her ne kadar kişisel blog da olsa çok iyi anladığınız konularda yazıyor olmalısınız. Bir insan herşeyi bilemez. Bildiğini iddea edercesine her telden yazılar yazmaya kalkarsa şüphesiz "samimiyetsiz" imajı çizecektir. (Özür dilerim ama öyle malesef)

 

Yazacabileceğiniz birden fazla alan var ve bu alanlar birbirinden bağımsız ise ne yapmalı?


Her konu için ayrı bir blog mu açmalı? ki buna enerjiniz yetmez. Ya da her telden çalan bir blog mu yazmalı? Bu da profesyonel olmaz. Gelin bu işe bir çözüm üretelim. Dikkat ederseniz; birden fazla konuya hakim olamazsınız demiyorum. Tabiki de onlarca farklı alanda içerik üretme yeteneğiniz ve bilginiz olabilir. Tek derdim mekan ilişkisi. "Taş yerinde ağırdır" der atalarımız. Uygun taş(makale) uygun tarlaya(bloga) gönderilirse nasıl olur sizce? Tarla sahibi olmak şart mı? Değil!


Misafir Blogculuk / Misafir Yazarlık dediğimiz sistem var ve şuan okumakta olduğunuz blog (bloghocam) bu sistemin Türkiye'deki en bilinir temsilcilerinden. Blog sahibi olan Serdar bey, bu sistemi Türkiye'de işler hale getirmek için çok emek sarf etmiş. Sonuç: Gayet başarılı.

 

Peki Siz Misafir Blogculuğa Ne Gözle Bakıyorsunuz?


Tamam; PR değeri için önemli, Tamam; blog ağımız ve arkadaş çevremiz genişliyor. Hımm... başka parmakları göreyim??? Evet. Söylediklerinizin hepsi doğru. Neticede misafir yazarlığın hiçbir zararı olmadığı gibi bir sürü faydası var. Yine de dahasını merak edenler bu sayfadan misafir yazarlığın faydalarını öğrenebilir > Misafir Blogculuk 

 

Durum böyleyken kendi blog konseptinize uymayan yazıları neden misafir olarak göndermeyesiniz ki?

 

Sizin mutfağınız o an yazacağınız konuya uygun değilse zorlamanın anlamı yok. Zaten blog konunuzla alakasız yazıları yayınlarsanız sabit takipçileriniz dahi pek fazla ilgilenmeyecektir yazınızla. Düşünsenize teknoloji bloğunu takip ediyorsunuz, sabah bir göz atayım dediniz. O da ne! "Masa örtüsü dantel örnekleri" başlıklı bir makale var. Okur musunuz? Bırakın okumayı; hayal kırıklığı yaşadığınız için küfretme ihtimalinizi bile görür gibiyim. Google amca desen zaten sevmez her telden çalan blogları. Bu durumda size organik aramalardan pek fazla ziyaretçi göndermeyecektir. Ne oldu peki? Yazmak için aç kurt gibi oturmuş fakat doyurucu sonuçlar alamamış olacaksınız. Bu yüzden bence izlenmesi gereken yol şudur:

 

Misafir Yazarlığı Verimli Kullanmak:

 

- Kendi konseptinize uymayan fakat sizin o konuda kayda değer düşüncelerinizin olduğu yazıları ilgili bloglara gönderin

 

- Takip ettiğiniz bloglara, en iyi üretebileceğiniz alanlardaki blogları da ekleyin, (Bu şekilde yazacağınız her farklı konu için en uygun bloga teklif gönderebilirsiniz)

 

- Sahip olduğunuz blogda misafir ağırlayın. (Karşılıklı çaya gitmek daha samimi ve sağlıklı olur)

 

- Eserlerinizi göndereceğiniz bloglar hakkında seçici olun. (En az sizin bloğunuz kadar kaliteli olmasına dikkat edin. Neticede yayın yaptığınız, misafir olduğunuz blog sizin için referans niteliğindedir)

 

- Misafir olduğunuz blogda yazınıza gelen yorumları takip ederek cevaplayın. (Bu davranış etkileşimi arttırır. x bloğun sabit ziyaretçisi sizin de sabit ziyaretçilerinizden biri olmak isteyebilir)

 

- Misafirlikte fayda yüklü makaleler hazırlayın. Çünkü kimse kendinizi ya da kayda değmez bir anınızı anlatın diye sizi ağırlamak istemez (Ropörtaj ve başarı hikayeleri hariç)

 

- Unutmayın. Her blog yazarı okuruna fayda sağlayacak makaleler yayınlamak ister.

 

- Misafirlikte kurabiyeleri cebinize atmaya çalışmayın. (Sırf ziyaretçiyi kendi bloğunuza çekmek istercesine yazılar yazmayın)

 

Yukarıdaki maddelere dikkat ederek bol bol misafirliğe giderseniz sonuçların herzaman lehinize işleyeceğiniz göreceksiniz. Aynı zamanda misafir olduğunuz bloğun yeni ve özgün bir makaleyi google'a indexletmesini sağlamış olacaksınız. Yani sizi ağırlayan blog yazarı da bu durumdan maximum fayda sağlamış olacaktır. Bu şekilde bloğunuz çöplüğe dönmemiş olur. Başkalarına fayda sağlamış, blog dayanışmasını desteklemiş ve sonuçlarından siz de kârlı çıkmış olursunuz. Üstelik bloğunuz spesifik olma özelliğini korurken yazılarınızı tam da hedef kitleye okutmuş olursunuz. İyi Bloglar...

 

Yazar Hakkında: Annemin anlattıkları ve benim hatırladıklarıma göre 5 yaşımdayken gazetedeki araba resimlerini makasla kesip biriktirirmişim. Bozuk para saymayı da yine 5-6 yaşımda öğrenmişim. Bu durum dedemin çok hoşuna gittiği için bana saydırmak üzere bozuk para biriktirmeye başlamış. Çelik kasadan bihaber olan ben, sahip olduğum bozuk paraları muhafaza edebilmek için konserve kutusuna benzeyen kumbaralardan almışım. 7 yaşımda ise oynamadığım oyuncaklarımı mahallede satarak ticarete başlamışım. O gün bugündür ticareti ve para kazanmayı severim. Gelirinizi arttıracak ve iş hayatınızda hızınıza hız katacak makaleler okumak isterseniz benim bloğuma da beklerim.

www.HizliAdam.com